12 Eylül ve 28 Şubat işkencecisi Muazzez İlmiye Çığ'ın 110 yıllık hayatının karanlık yüzü!
110 yaşında Mersin'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden "Sümerolog" olarak adlandırılan Muazzez İlmiye Çığ hafızalara İslam ve başörtüsü düşmanlığı ile kazınmıştı. Hiçbir akademik ünvanı bulunmayan ve kütüphane memurluğu yapan Muazzez İlmiye Çığ İslam ve din düşmanı çevrelerinde sürekli parlatmaya çalıştığı isimlerin başında yer alıyordu. SABAH Gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu, hayatını kaybeden Muazzez İlmiye Çığ hakkında gerçekleri anlatan bir yazı kaleme aldı. İşte Babaoğlu'nun o yazı
12 Eylül ve 28 Şubat işkencecisi Muazzez İlmiye Çığ'ın 110 yıllık hayatının karanlık yüzü!
Giriş Tarihi: 19.11.2024 06:30 Güncelleme Tarihi: 19.11.2024 08:55
“Sümerolog” Muazzez İlmiye Çığ'ın bilinmeyenleri! Kütüphane memurunu profesör ilan ettiler
Kütüphane memurunu Profesör ilan ettiler! İşte Muazzez İlmiye Çığ gerçekleri...
Kütüphane memurunu Profesör ilan ettiler! İşte Muazzez İlmiye Çığ gerçekleri...
110 yaşında Mersin'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden "Sümerolog" olarak adlandırılan Muazzez İlmiye Çığ hafızalara İslam ve başörtüsü düşmanlığı ile kazınmıştı. Hiçbir akademik ünvanı bulunmayan ve kütüphane memurluğu yapan Muazzez İlmiye Çığ İslam ve din düşmanı çevrelerinde sürekli parlatmaya çalıştığı isimlerin başında yer alıyordu. SABAH Gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu, hayatını kaybeden Muazzez İlmiye Çığ hakkında gerçekleri anlatan bir yazı kaleme aldı
Yüksek bürokrasi, uyduruk kaydırık kültür seçkinleri ve eski devletin alacakaranlığında yer bulmuş proje odakları işbirliği yapıp birini parlatmaya görsün...
Sade insanın bu Çığ'ın altında kalmaması mümkün mü?
Müzede kütüphane memurluğu yapmış birini profesör diye ilan edip herkesi aldatmaya soyunurlar, susarsın...
Öyle ya, koca koca gazeteler on yıllar boyu "profesör" unvanı vermiş, akademi vermemiş, ne önemi var, dersin...
“Sümerolog” Muazzez İlmiye Çığ'ın bilinmeyenleri! Kütüphane memurunu profesör ilan ettiler
Sabah Gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu, hayatını kaybeden Muazzez İlmiye Çığ hakkında gerçekleri anlatan bir yazıyı köşesine taşıdı.
İşte Babaoğlu'nun 19 Kasım tarihli "Çığ" başlıklı yazısı:
Yüksek bürokrasi, uyduruk kaydırık kültür seçkinleri ve eski devletin alacakaranlığında yer bulmuş proje odakları işbirliği yapıp birini parlatmaya görsün...
Sade insanın bu Çığ'ın altında kalmaması mümkün mü?
AKADEMİK UNVANI VE DOKTORA BULUNMUYOR
Muazzez İlmiye Çığ, "Sümerolog" olarak tanınsa da, aslında akademik bir unvana veya doktora diplomasına sahip değildi. Akademik anlamda da "Sümerolog" ya da "Hititolog" olmayan Muazzez İlmiye Çığ'ın Sümerler üzerine yaptığı ilk çalışma, 74 yaşında Türkçe'ye çevirdiği History Begins at Sumer adlı kitaptı. İlgi çeken bir başka nokta ise, dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun, herhangi bir akademik geçmişi olmayan Çığ'a "Fahri Doktora Unvanı" verme hikayesiydi.
28 Şubat'ın mimarlarından, dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, hiçbir akademik unvanı olmayan Muazzez İlmiye Çığ'a "Fahri Doktora Unvanı" verdi.
SİYASİ MAHKUMLARI KOBAY OLARAK KULLANDILAR
Muazzez İlmiye Çığ'ın bilinmeyen kimliğinin bir başka kısmı ise CIA destekli HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın yönetim kurulu başkanı olması. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası zindanlardaki siyasi mahkumlar, vakıf tarafından kobay olarak kullanıldı.
1984 yılında, ülkedeki bütün cezaevleri siyasi mahkumlarla dolu durumdaydı. Metris cezaevinde bazı devrimciler, iradeleri dışında tıbbi muayeneye götürülüyordu. Götürüldükleri yer, HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın Gayrettepe'deki merkeziydi. Burada, siyasi mahkumlar üzerinde ABD'de piyasaya çıkacak olan bazı ilaçların denemesi yapıldı. Siyasi mahkumlar kobay olarak kullanıldı.
BAŞÖRTÜLÜ KADINLARA "FAHİŞE RAHİBE" BENZETMESİ
Muazzez İlmiye Çığ, başörtülü kadınlarla ilgili skandal ifadeleriyle dikkat çekmişti. Vatandaşlık Tepkilerim adlı kitabında başörtülülere yönelik "fahişe rahibe-başörtülü kadın" benzetmesi yaparak büyük tepki toplamıştı.
KUR'AN KURSLARI KAPATILSIN ÇAĞRISI
Ayrıca, 2010 yılında katıldığı bir programda Kur'an kurslarının kapatılması gerektiğini savunmuştu. Başörtülü kadınları hedef alan açıklamaları da bulunan Çığ, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nda konferans vermiş ve kendisi için "hemşire" tanımlaması kullanılmıştı.
110 yaşında hayatını kaybeden Muazzez İlmiye Çığ hakkında paylaşımda bulunmadığı için tepki alan Avukat Gönenç Gürkaynak'tan sosyal medya hesabından açıklamada bulundu.
Gürkaynak, "Muazzez İlmiye Çığ gibi bir dev bilim insanı öldü ama bir kelime etmediniz, diyenlere:
Geleneklerimize göre gidenin arkasından söyleyecek güzel şeylerimiz varsa söyleriz, ya da tereddütlerimiz varsa susarız. Ben kendisinin sahip olmadığı akademik ünvanları kendisine yakıştırmasından tutun 80'li yıllarda cezaevinden alınan insanlar üzerinde deneyler yapan HZİ Nöropsikiyatri Vakfı'nın yönetim kurulu başkanı olmasına kadar pek çok konuda tereddüt sahibi olduğum için, güzellemeler yapmak yerine susmayı tercih ettim.
Ne yazık ki artık çok göz önünde olan insanlar susunca buna da anlam yükleniyor. Hem de yanlış anlam yükleniyor. Ihmal yahut kibir zannediliyor. Dolayısıyla, yaşça çok çok büyüğüm olan birisine vefatının ardından göstermem gereken saygıdan dolayı susma imkanımı kaybetmiş ve suskunluğumu açıklamak zorunda kalmış oldum. Sebebi budur. Üzgünüm. Kimseyi kırmak istemem ama kimse için de rol kesemem." ifadelerini kullandı.
İşte konu hakkında kaleme alınan yazılar:
Nokta Gazetesi: "Siz neden bu kadar çok tutturdunuz bu işi? Nereden duydunuz, nasıl öğrendiniz? Bu konuyla neden bu kadar çok uğraşıyorsunuz, onu izah edin bana!..." İstanbul HZI Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Muazzez Çığ, Nokta muhabirlerinin ısrarlı soruları karşısında öfkeyle bu soruları soruyordu. Konu, ABD'de henüz piyasaya sürülmemiş ilaçların Türkiye'de insanlar üzerinde denenmesiydi, Amerikalılar bu konuda kendi yurttaşlarını kesin yasalarla korurken, Üçüncü Dünya ülkelerinin insanlarını feda mi ediyorlardı? Bu "ürkütücü haber. Nokta'ya bir süre önce ulaştığı zaman yapacağımız araştırmaların kesinlikle gizli olarak sürdürülmesi kararını almıştık. Arkadaşlarımız Semra Somersan ve Güldal Kızıldemir bu hassas konuyu açığa çıkartmak yükünü omuzlarına almışlardı. Nokta'nın yurt içi ve yurt dış büroları da bu geniş kapsamlı araştırmaya katıldı. Amerikalı bilim adamları ve gazetecilerin yanı sara, Türkiye'de de 20'ye yakın uzmanla görüşüldü. Bulmacanın taşları teker teker yerlerine otururken, İstanbul'da sağlık hizmetleriyle tanınan bir merkez ön plana çıkmaya başlıyordu: HZI Vakfı.
Batı'da insanların, insanlık uğruna "kobay" olarak kullanılıp kullanılamayacağı tartışmaları sürüp giderken, Türkiye kendi insanları üzerinde yapılan araştırmalara seyirci mi kalacaktı? Yoksa Doç. Dr. Ataman. Tangör'un dediği gibi Prof. Frankeştayn'lar araştırmalarına daha "özgür ülkelerde devam mı edeceklerdi?"
"HZİ VAKFI ÜLKEMİZ İNSANLARINI KOBAY OLARAK KULLANDI"
Konu hakkındaki bir başka yazıda ise, "HZİ Vakfı, 1971 yılında CIA beslemesi, tescilli Amerikan uşağı Prof. Dr. Turhan İTİL tarafından kuruldu. Görevi, uluslararası ilaç tekellerinin ürettiği yeni PSİKITROP ilaçların insanlar üzerinde denenmesini içeren projeleri ülkemizde uygulamaktı. Başka ülkelerde de gündeme gelen bu projeleri CIA finanse ediyordu.
HZİ Vakfı ülkemiz insanlarını kobay olarak kullandı. Vakfın hizmetindeki doktorlar, zorla ya da parayla kandırarak pek çok insana sağlığa zararlı ilaç verdi, onların üzerinde deneyler yaptı. Mengele artığı bu doktorların yönetiminde çalışan HZİ Vakfı, ülkemiz insanının sağlığına hiçbir değer vermediği gibi, birçok insanın aldığı ilaçların etkisiyle sağlığını yitirmesine, sakat kalmasına neden oldu.
12 Eylül sonrası, cunta generalleriyle anlaşarak aynı deneyleri siyasi tutuklular üzerinde de uyguladılar. Metris, Mamak, Sultanahmet, Erzurum vb. cezaevlerinde tutuklulara zorla iğne yapma, hap içirme gibi yollara başvurdular. Sözde, devrimcilerin psikopat kişiliğe sahip insanlar oldukları ispatlanacak ve nasıl "rehabilite" edilecekleri "bilimsel" olarak ortaya konacaktı.
TURHAN İTİL, bu konuda 12 Eylül cuntasına akıl hocalığı yaptı. Önerdiği "rehabilitasyon" yöntemleriyle binlerce tutsağın yeni baskı ve yaptırımlarla yüzyüze gelmesini sağladı. Başkanı olduğu vakfın öncülüğünde düzenlenen "Teröristlerin Rehabilitasyonu" sempozyumuna cezaevleri müdürleri ve üst düzey görevlilerini çağırdı ve onlara tutsakları sindirme taktikleri konusunda yol gösterdi, CIA'nın deneylerini aktardı. Bu sempozyuma CIA istasyon şefi Paul HENZE de katıldı. HZI Vakfı, emperyalist tekeller hesabına çalışan halk düşmanı bir kuruluştur. İnsanlarımızı kobay gibi kullanmış. 12 Eylül cuntasıyla işbirliği yaparak devrimci tutsaklara yönelik baskı ve sindirme planlarının akıl hocalığını yapmıştır. HZİ VakfI, Mengele artıkları doktorların halka karşı oluşturduğu bir suç örgütüdür. Devrimci tutsaklara karşı "rehabilitasyon programı" denilen baskı ve sindirme taktiklerinden doğrudan sorumludur. "
İşte Babaoğlu'nun o yazısı...
İşte Babaoğlu'nun 19 Kasım tarihli "Çığ" başlıklı yazısı:
Yüksek bürokrasi, uyduruk kaydırık kültür seçkinleri ve eski devletin alacakaranlığında yer bulmuş proje odakları işbirliği yapıp birini parlatmaya görsün...
Sade insanın bu Çığ'ın altında kalmaması mümkün mü?
***
Müzede kütüphane memurluğu yapmış birini profesör diye ilan edip herkesi aldatmaya soyunurlar, susarsın...
Öyle ya, koca koca gazeteler on yıllar boyu "profesör" unvanı vermiş, akademi vermemiş, ne önemi var, dersin...
O sırada Ankara Dil Tarih hocaları, "Bu hanım akademisyense, biz ne oluyoruz" açıklaması yaparlar, minicik yer verilir, gözüne çarpmaz, haberin olmaz...
"Sümerolog, eski çağlar uzmanı, etimolog, al sana uzman!" derler, istersen kabul etme...
Hatta bu da yetmez; 28 Şubat'ta bir nevi "İşte Cumhuriyet kadını budur, hayran olunacak, ol!" emri verilir kamuoyuna...
İsyan etsen ne fayda, buruk bir gülümsemeyle geçiştirirsin...
Hikâyeler bir yerden patlar, foyalar ortaya çıkar, en sonunda hanımefendi köşeye sıkıştırılınca, "Benim doktora tezim yok, şeref doktoram var" diyerek gerçeği laf kalabalığı arasında itiraf eder ama ne önemi var, artık olan olmuş, şehir efsanesi büyümüş, gerçek artık kuytuya çekilmiştir...
Kişiler üzerinde durmak bir yerden sonra yanıltıyor...
Asıl mekanizma üzerinde durmak gerek...
Nasıl oluyor da Sümerlerin ne olduğunu zerre önemsemeyen; ilkokuldan sonra aklından bir kez bile "Sümer" kelimesini geçirmeyen kitlelerde bir Sümerolog hayranlığı oluşturulabiliyor?
Ve neden?
Bu soruların cevapları önemli...
***
Kimsenin Sümerleri falan önemsediği yok.
Peki neyi önemsettiler?
Tuzak neydi?
Şöyle anlatayım...
Bugün çocuklarının Youtube'da izlediği gizemli videolara bakan ebeveynler şaşırıyorlar...
Çünkü neredeyse hepsinde tek bir şey anlatılıyor ve çocuklar etkileniyor:
"Din, çalıntı bir hikâyedir; kutsal kitaplar antik uygarlıkların inanışlarından çarpıtılarak üretildi." Çığ, Youtube'un olmadığı dönemde bu tezin teorisyeni olarak üretildi...
Bunun için kar toplaması istendi ve toplumun üzerine itilip yuvarlanması sağlandı...
Bütün serüvenin özü buydu.
NOT DEFTERİ
Zaman her şeyi yok ediyor. Sevdiğimiz her şeyi. Ama hakkını teslim edelim. Nefret ettiğimiz ve bizden nefret eden herkesi ve acıları da yok ediyor. (M. TOURNIER / Dışsal Günlük)