Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)
Dünya bu demokrasi nöbetini tutanları sadece izliyor. Sadece bize oralardan geçmiş olsun. Söyledikleri bu. Arkasından 'Gelecek için endişe duyuyoruz.' Endişeleri şu; bu içeri alınanlar, tutuklananlar... ABD'de önemli makamda olan bir general 'İrtibat halinde olduğumuz üst düzey komuta kademesinde olanlardan içeri alınanlar olduğunu görüyorum' diyor.
Giriş:01 Ağustos 2016 01:06: Son Güncelleme: 01 Ağustos 2016 07:31 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)
Demek aptallığın da, densizliğin de rütbesi yokmuş. İnsan Joseph Votel gibi Amerikan ordusunda general rütbesine ulaşır, Ortadoğu'daki ABDoperasyonlarını yöneten CENTCOM'un komutanı da olabilirmiş. Türkiye'deki darbe girişimini tezgâhlayan ve kendi insanlarını katleden asker bozuntuları yakalanınca da, aklını kullanıp "Müttefikimiz Türkiye'ye geçmiş olsun" diyecek yerde "ABD'nin Türk ordusundaki yakın müttefikleri tutuklandı" diyerek akılsızlığını ve densizliğini sergilermiş.
Zaten hepimizin aklında kuşku rüzgârları fırtına şiddetinde esmekte... Darbe girişiminin arkasında hangi yabancı devletin istihbarat örgütünü bulunduğu üzerinde sürekli çeşitlemeler yapılıyor. Ayrıca Fetullah Gülen'e mal bulmuş mağribi gibi sahip çıkan Amerikan yönetimi, bu tutumu ile kuşku rüzgârlarını daha fazla körüklemiyor mu?
Dün bu konuda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, hepimizin düşüncelerine tercüman oldu...Cumhurbaşkanı'nın bazı cümlelerini hatırlayalım:
"...Dünya bu demokrasi nöbetini tutanları sadece izliyor. Sadece bize oralardan geçmiş olsun. Söyledikleri bu. Arkasından 'Gelecek için endişe duyuyoruz.' Endişeleri şu; bu içeri alınanlar, tutuklananlar... ABD'de önemli makamda olan bir general 'İrtibat halinde olduğumuz üst düzey komuta kademesinde olanlardan içeri alınanlar olduğunu görüyorum' diyor.
İnsan biraz sıkılır. Bunun kararını vermek senin haddine mi, haddini bileceksin, sen kimsin?
2 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Erdoğan; Clapper ve Votel'in şahsında, Gülen'i himayesi nedeniyle ABD yönetimine duyduğu tepkiyi de yineledi ve, "Kalkıp bu darbe girişimini püskürten bu devlete teşekkür edeceğine, tam aksine darbecilerin yanında yer alıyorsun. Darbeci zaten senin ülkende, onu zaten besliyorsunuz. Üst aklın kimler olduğunu gösteriyor bu açıklamalar. Kendinizi açığa veriyorsunuz" ifadelerini kullandı.
ABD'nin darbelerle sınavı konusunda yöneltilecek bir soruya aşağı yukarı şu yanıt verilebilir: ABD, geçmişte dünyanın çeşitli ülkelerinde doğrudan ya da dolaylı olarak darbelere müdahil olmuştur. Amerika'nın sicilinde maalesef bu gelenek vardır. Bakınız İran, Musaddık darbesi. Nikaragua, bizim 12 Eylül. Liste uzun. Bu işlerin bir numaralı kuralı, yapıp inkâr etmektir. Yapılan işin adına istihbarat disiplininde örtülü operasyon denir. Basit bir propagandadan hedef ülkedeki silahlı paramiliter güçleri desteklemeye kadar farklı yöntemleri vardır. Bunlardan biri de size daha yakın bir grubun iktidarı devirmesine yardım etmektir. Bunu yaparken kolaylaştırıcı rol oynayabilirsiniz, doğrudan destek verebilirsiniz, bastıracak olan tarafın işini zorlaştırabilirsiniz ya da hükümete karşı olan tarafı şu veya bu şekilde cesaretlendirebilirsiniz, himaye edebilirsiniz.
Bu genel değerlendirmenin ışığında, Amerikan yönetiminin, 15 Temmuz gecesinde olanları izlediği ilk saatlerde en azından, "heyecanlandığını" söylemek de yanlış olmaz. Böyledir demiyorum ama bu heyecan, Suriye meselesi nedeniyle şu anda Türkiye ile netameli olan ilişkilerine göre, daha kolay yönetilebilir ve kendilerinin daha lehine bir gücün iktidara gelme ihtimalinden kaynaklanabilir. Çünkü darbeyle gelmiş bir hükümet her zaman edilgendir, daha fazla söz dinler ve en önemlisi süper güçler için daha az bir maliyetle işbirliğine açıktır. Hele ki patronunun Amerika'da yaşatıldığı bir gücün giriştiği bir darbe söz konusuysa.
ABD yönetiminin 15 Temmuz gecesinden sonraki ilk 72 saatte yansıttığı "Dur bakalım" tavrına, bunu izleyen günlerdeki darbeyi yapandan çok, onu yakalayanı sorgulamaya teşne haline ve son olarak dün ABD'li komutanların açıklamalarına baktığımızda kısa vadede Türkiye-ABD ilişkilerinin model ortaklığa uygun seyredeceğini söylemek zor. Şüphesiz Türkiye'nin ve ABD'nin somut meselelerde bundan sonra atacağı adımlar belirleyici, ancak görünür gerçekler iç açıcı değil. Örneğin Gülen'in iadesi. Buzdağının görünen kısmı olan bu meselenin fiziki sonuçlarından çok sembolik öneminin tahkim ediliyor olması bir sorunsala dönüşmek üzere. Bunun ABD tarafından yeni şartlara uygun kullanışlı bir malzeme haline getirilmeye çalışıldığı ortada. Gülen'in dosyasının iki bilirkişiye verileceği, onların dosyayı inceleme ve görüş bildirme prosedürünün aylar alacağı duyumları da bunu gösteriyor.
18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Piyasadaki "Tayyip düşmanlarının" panik içinde kıvırtma çabaları yeni boyutlar kazanıyor. Önce darbeyi "hafife almayı" denediler. "Tiyatro" miyatro gibi laflar buradan çıktı. Sorsanız, "darbeyi Tayyip yaptırmıştır" diyecek teres bile çıkacaktır. Çıkmadı da değil, bu vesileyle özgürlüklerin elden gitmesinden korkuyorlarmış (Amerikan ve Avrupa basını da "Tayyip daha da güçlenecek" diye korkuyor.) Sonra, "gözaltına alınanları koruma kampanyası" başlatıldı. Nişantaşı görmüş imamlar da birdenbire Atatürkçü kesildiler. Bunu da gördük.
Bunu basın özgürlüğü şekerine bulayıp yediriyorlar. Bakalım "darbecileri affedin" kepazeliğine ne zaman girişeceklerdir? Göreceksiniz. Daha da ileri gidip, kör kör parmağım gözüne düpedüz maskara olmayı göze alanlar bile var: "Nazlı Ilıcak'ın, Hilmi Yavuz'un Fetullahçı olduklarına beni kimse inandıramaz" demiş birisi... Senin de adam olduğuna beni kimse inandıramaz!
Bir de "kendine pay çıkarmaya çalışanlar" var tabii. Bunların başında kim geliyor? Kim gelecek, elbette Kılıçdaroğlu. Muhtereme "evde otururken lambalara dikkat edilmesi gerektiği" söylenmiş. Patlar matlar, aman ha... Elektriği bir kesiverirlerse, maazallah Ortaçağ karanlığı. "Bizim bir canımız var, o da demokrasi için gidecekse gitsin" demiş Kılıçdaroğlu.
Senin canını kim niçin alsın Kemal Bey? Önemli bir adam mısın ki, bu iktidara bir alternatif falan mı oluşturuyorsun ki sen ortadan kalkarsan darbeciler sevinsinler?
4 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Sonra 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerde Bülent Ecevit'in partisi DSP'nin en fazla oyu alarak hükümeti, MHP ve ANAP ile bir koalisyon olarak kurması, 28 Şubatçılar ile rehberlerinin ortak prodüksiyonuydu.
Tekrar etmekte fayda var;
14 Şubat'ta Öcalan İmralı Adası'na konuldu.
22 Mart'ta Gülen Amerika'ya kaçtı.
18 Nisan'da yapılan seçimlerde DSP birinci parti oldu.
Bunun bir tesadüf eseri olduğunu hiç kimse ileri süremez.
Abdullah Öcalan'ın rehin olarak verilmesiyle, Kürt sorununun şiddet sarmalını ateşi düşük bir seviyeye indirdiler. Gülen'i Amerika'ya aldırarak, Gülen Örgütü'yle Ecevit arasındaki işbirliğini güvenceye aldılar ve artık bin yıl sürecek darbeci saltanatlarının sürebileceğine, sevinç çığlıkları eşliğinde inanmaya başladılar.
Ama oyun 2002'deki seçimlerde bozuldu. AK Parti seçimlerden büyük bir zaferle çıkıp hükümeti yalnız başına kurma başarısı gösterdi. İşte o andan itibaren darbe mekanikleri, eski cennetlerini geri getirmek için harekete geçti. Cumhuriyet mitingleri, Özden Örnek'in darbe günlükleri; 27 Nisan muhtırası, 411 oyla kabul edilen Anayasa değişikliğini Anayasa'yı açıkça çiğneyip esastan ele alarak iptal eden ve 367 rezaletine imza atabilen Anayasa Mahkemesi ve Ak Parti'yi kapatma davası gibi onlarca girişim sahnelendi.
Sonuçta bu süreç 15 Temmuz 2016'da bir darbe kalkışmasıyla neticelendi.
Darbecilerin her zaman iki yüzü oldu; ölüm ve yok etme. Bu iki yüzün ortak yanı dehşet veren bir kirliliktir. Bizim hayat dolu varlığımızın üstüne boca ettikleri iğrenç, mide bulandırıcı tarifsiz kir tabakası, asla darbe karşıtı hafızamızı yok etmeye yetmeyecektir. Biz bütün kötülüklerin derin acısını daima hatırlamaya devam edeceğiz.
5 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Marttan beri yazılarımda "öğrenme günlerindeyiz" deyip duruyordum ya... Şimdi bana bunu söyleten siyasi /sosyal dinamikleri daha net görebiliyorum. Hepimiz "temel dersler" sınıfında insan, devlet ve Türkiye üzerine hızlandırılmış bir kurstan geçiyoruz sanki. Şu "vatan" konusu mesela... Üzerinde uzun uzadıya durmaya çağırıyor bizi.
Sol/ liberal söylemin zihnimizdeki kalıntılarını çöpe fırlatıp yeni baştan ele almamız gereken bir konu bu. Dün Hilal (Kaplan) o pankartın altını özellikle çizerken yerden göğe haklıydı:
Alelacele el yazısıyla "Ev kira ama memleket bizim" diye yazmıştı sokaktaki bir kahraman ve darbecilerin gözüne gözüne tutuyordu. Son zamanlarda "evrensellik" paradigmasıyla o kadar haşır neşir olduk; ekonominin ideolojik kavgalar üzerindeki belirleyiciliği üzerinde o kadar yargı biriktirdik ki, işin içinden kolayca çıkamayanları anlıyorum.
Daha basit söyleyeyim; aydınlar olarak "vatan" mefhumunun derinliğini öyle hafife aldık ki, o pankartı tutan kahramanın alnından öpmek istiyor ama mahcubiyetimizden yanına yaklaşamıyoruz. Yalan mı?
Bir sınır çizdi millet... Vatanın sınırlarını çizdi. Her kesimin kafasına dank etti ki, vatanı çevreleyen dikenli tellerden, mayınlı arazilerden, hamasi bürokrat nutuklarından oluşmuyor o sınır. Sınır, sade insanın kalbi... Zihnine işlemiş geleneksel irfanın izleri... Sevdiğine bağlılığı... Onu ezip geçemiyorsun işte! Ve şükür ki, popüler kültür safsatalarıyla da yok edemiyorsun!
Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Hani söz konusu tiyatroysa, milletin kahramanca direnişi değil, bu kurguydu. Bu Batılı kolonyal kafadır. Batılı tiyatroda "Deus ex Machina" (makineden tanrı) denen bir fenomen vardır. Oyun karışır, karışır ve tıkanmanın doruk yaptığı noktada kurguya aniden yapay bir kahraman girer ve taşları yerli yerine oturtur. Birinci Dünya Savaşı'nda da aynı oyun tezgâhlandı ve başarılı oldu. Batı diplomasisini en iyi okuyan, seleflerinin hatalarından ders çıkaran 2. Abdülhamid, Şark sorunu ile iç toplumsal barışı baltalayan üçüncü ülkeleri birbirine tokuşturmasını iyi biliyordu. Osmanlı'yı doğrudan işgal etmediler, edemediler.
Bunun yerine Batıcı/İslamcı şeklinde devleti ve milleti böldüler. Demokrasi, özgürlük, eşitlik söylemleri ile el atından kışkırttıkları olayların çözümünün ancak Abdülhamid'in halli ile mümkün olduğuna ikna ettiler. İlk Gezi dediğim 1908'de meydanlara çıkan halklar, çok değil, birkaç sene sonra muazzam bir cehennemin içine düştüler. 1908 İttifakının ortaklarından İttihatçılar önce Babı-ı Ali ile kendi içini temizledi, sonra da Almanya'nın gönüllü sömürgesi olarak büyük savaşa dahil oldu. Savaşa girdikten sonra ilk işleri Tehcir'i yapmak oldu. Savaşın sonunda Sevr dayatıldı ve Osmanlı'nın toprakları cetvelle, gizli/açık anlaşmalarla dizayn edildi.
İki milyon kilometrekarelik imparatorluktan 780 bin kilometrekarelik bir vatan çıkaran bu ülkenin aziz milletinin şehadetidir. Dış konjonktürde ise Bolşevik Devrimi etkili oldu. Türkiye'nin paylaşılması üzerine ikinci bir savaşı kimse göze alamadı; ama sadece yüzyıllık bir mola verildi. Suriye iç savaşı bu molanın bittiği andır ve asıl hedef merkez ülke olan Türkiye'dir. O nedenle herkes iç barışın, birlik ve beraberliğin hamasi bir retorik değil, bir varoluş unsuru olduğunda hemfikir.
Bu işin eliti, dindarı, Türkü, Kürdü, Sünnisi, Alevisi, Müslimi gayrımüslimi yok. Her ev içinden yıkılır; içinde sağlam olan ev ise tüm fırtınalara dayanır. Siyasetçilerin, özellikle muhalefetin bu noktada çok dikkatli olması zaruridir. Recep Tayyip Erdoğan, hep iddia ettiğim üzere, bir partinin, bir kesimin değil, tüm ülke ve bir bütün olarak 79 milyonun menfaatlerini koruyan bir ülke lideri olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Erdoğan bir işgal hareketinden bir devrim çıkaran muazzam yetenekte yerli, milli ve organik bir liderdir.
Kendisinin de dediği gibi bir kral değil, seçilmiş, meşruiyeti yüzde 80'lere ulaşmış demokratik bir liderdir. Yerli ve milli konsepti üst kimlik olarak kurumsallaştırmak, yeniden dizayn edilen devleti liyakat ve çoğulculuk esasına göre inşa etmek olmazsa olmazımızdır. Aziz milletimize, 15 Temmuz şehitlerine ve çocuklarımıza vereceğimiz en büyük hediye de bu olacaktır.
7 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)15 Temmuz Fetullahçı cunta girişiminin ardında "ABD'ye hâkim bazı unsurların" olduğu ortada. Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan da, tutuklanan darbeci generaller için "ABD ordusunun yakın müttefikleri" diyen ABD'li general Joseph Votel'e "Sen kimsin" diye seslendi. Kızgınız, heyecanlıyız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının "sen kimsin" ifadesini sadece bir rest olarak okuyoruz. Ama aslında, hadsiz generalden ziyade, Türkiye'nin asırlık müttefikinin aklıselimine yönelttiği bir soru bu. "Kim bu?"
Evet, bu soruyu, başta ABD tarihinin gördüğü en basiretsiz Başkan olan Obama olmak üzere tüm ABD vatandaşları cevaplamalı.
ABD'de ikamet eden ve sapıkça düşünceleri olan eski bir imam, ülkelerinin Ortadoğu'daki müttefikinde bir darbeye kalkışıyor. Terörün dik alasını yapıyor. 246 kişiyi öldürüyor. Ve koskoca ABD'nin ordusundan bir general çıkıp bu sapık katilin suç ortağı darbecilere "dostlarımız" diyebiliyor! Hollywood'un "iyileriyle" büyüyen aklı başında ABD'li siyasetçiler, vatandaşlar, entelektüeller, aktivistler bu "kötülüğü" nasıl içlerine sindiriyorlar dersiniz?
8 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)FETÖ'cü çetenin darbe hazırlığını öğrendiğim ve sık sık bu köşede onun adına atıfta bulunarak yazdığım kişiyi tanıyorsunuz; Ümit Akdemir. Ümit Akdemir Cemaat mensubu olduğu yıllarda Nahçıvan'da bu örgütün yurtlarında müdürlük yapmış ve bölgeyi çok yakından tanıyan, nabzını elinde tutan bir isim aynı zamanda. Akdemir, Nahçıvan'daki görevi sırasında Türkiye'den gelen paralel çetecilerin toplantılarında sık sık Azerbaycan'daki sızıntıyı konuştuklarını, hatta bir keresinde Kocaeli bölge sorumluları ve imamının "Azerbaycan artık yeterli kıvama gelmek üzere"dediklerini anlatıyor. Yıl 2006 o sırada, gerisini siz düşünün. Şimdi buradan hem Türkiye'deki hem de Azerbaycan'daki yetkilileri uyaralım:
Azerbaycan'da yıllardır faaliyet gösteren Paralel Çete'nin Bakü'de yoğunluklu olmak üzere üç bin civarında (3000) IŞIK EVİ, Türkiye'deki milyarlarca dolarlık yatırımlarıyla tanınmış devasa büyüklüktekiSOCAR şirketine devredilmiş gibi gösterilen kolejleri var. Bu çete yıllardır Azerbaycan devlet bürokrasisine, Askeriye'ye, Dahili İşler Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı-DİN)ndaki birimlere elemanlarını yerleştiriyor. Eğer Türkiye'deki darbe başarılı olsaydı bu kurumlardaki uyuyan ajanlar da aktifleşeceklerdi.
Özeti şu:ABD Türkiye üzerinden Türk Cumhuriyetlerini dizayn etmek istedi. Amacı FETÖ aracılığıyla ABD'ye bağımlı cumhuriyetler oluşturarak Rusya'yı dağıtmaktı.
Bir yandan Suriye özelinde Rusya ile anlaşırken öte yandan Rusya ile aramıza uçak krizi soktu. Şimdi o uçakları kullanan pilotlar gözaltında ve FETÖ'cü olma ihtimalleri üzerinde duruluyor. Önceki gün Takvim Yayın Yönetmeni Ergün Diler yazdı. Emri veren de 8. Ana Jet Üs Komutanı Tuğgeneral Deniz Kartepe, aynı emir için destek verip onaylayan da Tuğgeneral Recep Ünal. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da bugün nasıl Hakan Fidan'a sahip çıkıyorsa o vakit de o meseleye sahip çıkmış "Emri ben verdim" demişti. Tuhaf ama kenarda dursun.
Konumuza dönelim.
15 Temmuz darbe girişiminden önce Rusya ile yeniden yakınlaşan Türkiye gerçeği gördü, oyunu bozdu. Türkiye'deki darbe girişiminin başarısız olması ise ABD'nin tüm planını suya düşürdü. Diler'in "Gerçek Plân" adlı yazısını mutlaka okumanızı öneririm. Orada da belirtildiği gibi:
"Tek aktör bizdik... Sınırların dışına taşan bir KOPUŞ yaşanmalıydı. Hem Rusya'nın dağılmasında ROL alacaktık, hem de Çin'in kontrolü için gereken güç olacaktık."
15 Temmuz bunun startını verdi. Şimdi fiyaskoyu nasıl toparlayacaklarını konuşuyorlar.
Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi sonrasında birçok şeyi daha net görebiliyoruz. FETÖ'nün ne denli gözü dönmüş bir terör örgütü olduğunu, Türkiye'nin istikrarı, refahı, büyümesi ve huzuru önünde ne kadar da büyük bir engel teşkil ettiğini anlıyoruz. Enerji Bakanı Berat Albayrak daha birkaç gün önce net biçimde vurguladı. Albayrak, "yakın tarihimizdeki Rus uçağının düşürülmesinden, Uludere olayına, Gezi olaylarına ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüne kadar birçok olayda" bu kirli şebekenin sorumluluğuna işaret etti.
15 Temmuz'dan sonra bu millete FETÖ'nün nemenem bir yapı olduğunu anlatmaya lüzum yok. Millet bu yapıyı çok ama çok yakından tanımış oldu.
Şimdi geriye dönüp bakma, karanlık noktaları aydınlatma zamanı. İşte o süreçte bu yapının kılıktan kılığa girmiş birçok mensubunu göreceğiz. Her ideolojik fraksiyon, her etnik unsur içinde nasıl örgütlendiğine daha yakından şahitlik edeceğiz. Elbette kimlerle ne tür pazarlıklar sonucunda hangi işbirliklerine girdiklerine de tanık olacağız. Son 3 yılda tanık olduklarımız da yabana atılır cinsten değildi hani.
FETÖ'nün Türkiye'ye yönelik operasyonlarına destek veren, kendisine solcu yahut liberal diyen okumuş yazmış takımını gördük. "Basın özgürlüğü" kılıfı ve "Erdoğan karşıtlığı" adı altında FETÖ'nün "darbeye zemin hazırlama" ve "ülkeyi bölme" stratejilerine nasıl destek verildiğini çok yakından izledik. Can Dündar bugün tutmuş bu yapıya destek vermediğine milleti ikna etmeye çalışıyor. Bunun için eski zamanlarından deliller getiriyor. Halbuki son 3 yılda FETÖ ne yapmak istedi ve Can Dündar hangi sözümona "gazetecilik" faaliyetleriyle ona destek verdi?
Cumhuriyet gazetesinin başına nasıl geldi ve orada neler yaptı? Daha birçok soru. Kimsenin itikadı kimsenin derdi değil. Bu terör örgütünün ekmeğine, kim nerede yağ sürdü? Cevabı aranan soru bu!
10 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Yüzyıllar geçmiş, bugün, Papa Francis ne yapıyor? Ortodoks Kivril ve Ermeni Katoliski ile buluşuyor.Katolik-Ortadoks- Ermeni kilisileri birleşme yolunda. Katolik Papa Türkiye'ye geliyor, Bizans Patriği Bartholomeos ile ortak ayin icra ediyordu.
24 Haziran 2016'da Papa, Erivan'da Ermeni Apostolik Kilisesi (EAK) Katolikos Garegin II'yle buluşuyor, anlaşıyor ve.. 1915 olaylarını "soykırım" olarak konuşmaktan utanmıyordu.
Sonra Papa, "Üçüncü dünya savaşı başladı. Parça parça" diyordu.
Beraberce, 21'inci yüzyılın Ortadoğu haritasını çiziyorlardı. Çizdikleri coğrafya Müslümanların topraklarıydı.
Müslümanların ayakta kalan en büyük kalesinin başkomutanı Tayyip Erdoğan ayağa kalkıyor,"Müslüman ülkelere ne karışıyorsunuz? Ortadoğu'yu yeniden sömürge yapmanıza Türkiye karşıdır" diyordu. Opus Dei Tarikatıyla Fethullah Gülen arasındaki şaşırtıcı benzerlikler ve ilişkiler yumağı şaşırtıcıydı.
Gülen 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri darbelerinin baş destekçisi oldu. Komünizme Karşı Mücaddele Derneklerinin Erzurum ile İzmir şubelerini ilk kuran zattır. Bu iki tarikatın faaliyet alanları da çok benzerdir. Opus Dei Tarikatı'ının beş kıtada 475 üniversite ve Yüksek Okulu ve 200 koleji var. 604 gazete ve dergiye sahip. 52 radyo ve televizyonu yayın yapıyordu. Gülen'in de, ilkokul, lise düzeyinde 250, dünya genelinde 500-600 arasında okulu , nnlarca da üniversitesi ,gazete ve dergi, radyo ile televizyon yayınına sahipti. Opus Dei Tarikatındaki gibi her ülkede bir sorumlusu bulunuyordu.
Ülke kardinali yerini ülke FETÖ İMAMI almıştı. Birlikte "Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü" adı altında Siyonist-evanjelist projelerini yürütüyorlardı.
SONUÇ: Neden Fethullahçı hareket Katolik Opus Dei tarikatına bu kadar çok benziyordu? Çünkü, ikisini de CIA kurdurmuştu. model, taktik, yapılanma, kullandıkları kelimeler aynıydı. Papa, Müslümanları hedefe koyuyordu. En büyük yardımcısı da Gülen oluyordu. Türk Opus Dei Fethullah Gülen Haçlıların taşeronluğunu yapıyordu...
Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Kuşkusuz, Obama Yönetimi, darbe girişiminin arkasında olmakla suçlanmaktan rahatsız. Bu rahatsızlığını, suçlamalar devam ederse, daha net ve sert bir dille de ifade etmeyi tercih edebilir. Ancak Washington Türkiye- ABD ilişkilerinin müttefiklik düzlemini korumak istiyorsa 15 Temmuz gecesi ne olduğunu yeniden değerlendirmek zorunda.
Bunun için Türkiye ve Erdoğan karşıtı kampanyanın havası indirilerek rasyonel bir düzleme geçilmeli. Zira bu defa ABD'ye dair güçlü kuşku Türkiye'nin tüm toplumsal kesimlerini kuşatmış bir durumda. Dahası, 1960'tan 28 Şubat'a kadar her darbenin arkasında ABD'nin olduğu fikrinin Türkiye'de ne kadar yaygın bir kanaat olduğu göz ardı edilmemeli. Bugün önemli bir fark var: Türkiye bir olağanüstü hal sürecinden geçiyor. Ve ABD'li yetkililer böylesi bir süreçte ilk defa destekledikleri iddia edilen darbeci askerlerle değil, darbe girişimini bastırmış sivil- demokratik bir yönetimle muhataplar.
AK Parti ve Erdoğan da tankları durduran bir kamuoyu desteği ve muhasebesi ile yüz yüze.
Ankara'da durum bu iken, Washington'da başkanlık seçimlerine giden ve DAİŞ ile mücadeleyi her şeyin önüne koyan bir yönetim var. Böylesi bir geçiş döneminde Türkiye- ABD stratejik ilişkilerinin zarar görmemesi için azami gayret gösterilmesi gerekiyor. FETÖ ile mücadele Türkiye devleti için PKK ve DAİŞ ile mücadele gibi varoluşsal bir öncelik. Bunun karşısına "DAİŞ ile mücadelede zafiyet endişesini" çıkarmak, en hafifinden, bir tür "anlayışsızlık," ya da "nobranlık." Kaldı ki DAİŞ ile mücadelede işbirliğinin asıl teminatı demokratik yönetimdir. Karşılıklı sert açıklamaların gelmesi halinde çok boyutlu ilişkiler Gülen'in iade edilmemesi parantezine sıkışabilir. Bu da 15 Temmuz'da takınılan ikircikli tavır ve sonrasında medyada devam eden aleyhtar hava sebebiyle zehirli bir şüpheyi besler: Acaba ABD Türkiye'yi sistem dışına iterek çeşitli yollarla operasyon yapma arzusunda mı?
Bilmem, neden ABD'nin ilişkilerini düzeltme çabasındaki Obama Yönetimi yeni başkana tamir edilmesi gereken bir Türkiye- ABD ilişkisi bırakmak istesin?
12 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)On sene kadar önce, Suat Yıldırım'a söylediklerimi hatırlıyorum. Demiştim ki, bir gün bu devlet cemaati terörist ilan eder ve bunu Amerika'ya da kabul ettirir. Cemaatin elde ettiği gücü ima ederek, sen nerde yaşıyorsun der gibi alık alık yüzüme bakmıştı. Aynı sözümdeyim, Amerika bu ihanet çetesini de bir gün gözden çıkarmak zorunda kalacak ve terörist ilan edecektir. Daha öncesinde ölmezse, Gülen'i de Türkiye'ye geri gönderecektir.
Gülen, elindeki devlet imkanlarıyla, doğrudan devlete ve bu devletin varlık gayesi bu aziz millete ihanet etmiş; "zalimlerin yardımcısı yoktur" mealindeki ilahi beyan hükmünce de, işlediği zulmün vebaliyle bugün baş başa kalmıştır. Hakkında verilen zillet hükmü ebediyet mühürlüdür. Ne dünyada ne ahirette o, asla kurtuluşa erenlerden olamayacaktır. Daha şimdiden bu milletin kahir ekseriyeti onu lanetle anmaktadır. Müminlerin lanet talebi, onun Allah tarafından lanetlendiğinin de bir işaretidir. Hiç şüphe yok ki, Allah'ın lanet ettiğine melekler de lanet etmektedir.
Yeniden bir devlet inşa ediyoruz. Darbe girişiminin devleti çökertmeye matuf gerçekleştirildiği her gün daha net ortaya çıkıyor. Elbette, bu darbe teşebbüsünün sivil ayağı da bütün netliği ile ortaya çıkacaktır. İkbal hırsının kimleri ve nasıl savurduğunu, bir hiç uğruna kimlerin ve nasıl bu ihanet çetesiyle aynı bataklığa düştüğünü, itirafçılar konuştukça, tanıklar ifade verdikçe daha iyi görecek, daha iyi anlayacağız.
Karışık, kaotik ve karanlık bir süreçten geçiyoruz. Bu meyanda devletten ve hükümetten yüzde yüz isabetli icraat beklemek elbette imkansızdır. Bazıları bu arada mutlaka mağduriyet yaşayacaktır. Fakat söz konusu mağduriyetler uzun süreli ve kalıcı olmayacak, sapla saman kesinlikle kısa bir süre içinde birbirinden ayrılacaktır; ve öyle de olmalıdır.
Layık olmadan kazanılan, kaybedilmeye de müstahak demektir. Paralel yapının devlet kadrolarına sızmış, yerleşmiş bütün kadroları, layık olmadıkları halde, sırf o yapıya olan aidiyetleri sebebiyle kazandıkları her şeyi bugün kaybetmiş bulunuyorlar; kaybetme süreci daha uzunca süre devam edeceğe de benziyor. Bilhassa, darbeye teşebbüs eden generalleri, ekranda gördükçe hayret ediyorum, çoğunu öğrencilik yıllarından tanıdığım bu insanların ben o zamanlar albaylığa kadar yükselebileceklerine bile ihtimal vermiyordum. Ben tahminimde yanılmışım, onları bu noktalara getirenler de yaptıklarında..
Gülen şimdilerde beni Türkiye'ye iade etmeyin diye, Amerikalı yetkililere yalvarışa geçmiş. Ben ve arkadaşlarım batının hizmetindeyiz, diyerek herkesin bildiği bir sırrı ifşa etmiş. Yıllarca başkalarına cesaret aşısı yapmaya çalışan bu kişi meğer ödleğin biriymiş. Bulunduğu yeri seviyormuş, rahatı yerindeymiş. Bu sebeple de Türkiye'ye dönmeyi istemiyormuş. Bir de, eğer iade edilirse, bu radikal İslam'ın güçleneceği anlamına gelecekmiş.. Onu artık daha yakından tanıdınız değil mi?
13 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Elimde Gülen'i iyi tanıyanlardan gazeteci yazar Latif Erdoğan'ın Turkuvaz Yayınları'ndan yeni çıkan "Şeytanın Gülen Yüzü" kitabı var. Baştan sona heyecanla ve ürpererek okunacak bir kitap. Keşke daha önce yazılsaydı. Her satırı ilginç ancak "Gülen Bir Proje Midir?" başlıklı bölümde yer alan askerliğiyle ilgili bilgiler birçok şeyi açıklamaya yetiyor. Çünkü daha askere gider gitmez "özel koruma" başlıyor. En ilginci ise üç ay memleketi Erzurum'a gittiği hava değişimi sırasında vaazlar verip, Komünizmle Mücadele Derneği kurup, hatta halkı kışkırtarak sinema tahrip ettirmesine rağmen başına bir şeyin gelmemesi...
Acaba Ankara Mamak'ta muhabere okulunda telsizci olması da mı tesadüf? O zaman bile içinde yatabileceği bir arabada dinleme yaptığı söyleniyor. İstihbarat merakı oradan geliyor anlaşılan. 17-25 Aralık darbe girişiminden sonra FETÖ hareketinin CIA ve o dönemin MİT'iyle ilişkilerine değinmiş ve 70'lere uzanan şu anekdotu anlatmıştım: "O yıllarda milletvekilliği de yapmış işadamı Aydın Bolak bir toplantı organize eder. Mekânda Vehbi Koç'un evi... Eve gelenler arasında ise MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Yaşar Tunagür ve Fetullah Gülen var." Gülen'in istihbaratla ilişkisi aslında askerlik öncesine kadar uzanıyor. Kilit isim ise yukarıda adı geçen Yaşar Tunagör. Gazeteci Rafet Ballı, Aydınlık'taki yazısında 1962'de aceleyle Seyyid Kutup'un "İslam'da Sosyal Adalet" isimli kitabının çevrilmesinden söz ediyor. Peki, kitabın çevrilmesini isteyen kim? O günün MİT Müsteşarı Fuat Doğu, çeviren ise Yaşar Tunagör...
Kritik bir dönemde 60 darbesinden hemen sonrasında MİT'in böyle bir kitabı çevirtmesi ilginç değil mi? O dönem işin içinde MİT'i de aşan CIA gibi dış bir gücün olduğundan söz ediliyor. Bunun tarihi de biraz daha önceye dayanıyor. Sözü gazeteci Orhan Baylan'a bırakıyorum: "Gülen; 1957'de Terzi Mehmet Şergil'in küçük dükkânında tanıştığı kişiyle hayatı değişir. Kendi deyimiyle iki kilim büyüklüğündeki o dükkânın o geceki misafirleri ilginçtir.
Mehmet Kırkıncı, Mehmet Şevket Eygi ve Üsteğmen Esat Keşafoğlu. Kırkıncı daha sonra Yeni Asya Grubu kurucularından oldu. Eygi yazar. Daha sonra Gülen'in görüşleriyle ters düştü. Esat Keşafoğlu ise CIA tarafından özel eğitilen Özel Harp Dairesi mensubu. Tabii aralarında ne tür ilişki başladı bunu bilmiyoruz. Ama hiçbir şey tesadüfen olmaz." Eygi bu konuda ne der bilemem ama MİT'in hafızasında bu geçmiş olduğu halde nasıl olurda bu kirli yapı ülkeyi kana bulayacak gücü ulaşabiliyor?
14 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Bağrımızda yuvalanmış dünyanın en tehlikeli terör örgütü olan FETÖ ordunun komuta kademesinin neredeyse yüzde 50'sini arkasına alabilmişken bile kendini meşrulaştırmak için Atatürk'ü referans gösteriyor. Sözde bildiriye Atatürk'ün "Yurtta Sulh" sözü ile imza atıyor, darbe yapma gerekçesi olarak Atatürk ilke ve inkılaplarından uzaklaşmayı gösteriyor. Bu durum Türkiye'nin Kemalistleri için utanç vesilesi olmalı.
İlle de "Bunlar AK Parti hükümetleri zamanında büyüdüler, Balyoz ve Ergenekon döneminde Hükümet bize sahip çıkmadı" diyecekseniz deyin ama çuvaldızı değilse bile iğneyi kendinize batırın ve şu soruların cevabını verin:
Darbeler tarihimizi kimler yazdı? 1960 darbesinden bu yana yapılan darbelerin kendini meşrulaştırma aracı neden hep Kemalizm-Atatürkçülük oldu?
Bugün hala aynı şey... Kemalist ve laik kurucu ilkeler...
Bu ülkeyi bir arada tutan şey milletin iman gücüdür. Gerçek anlamıyla laikliğe bu halkın diyeceği yoktur. 15 Temmuz gecesi vatan savunmasıyla sokağa fırlayanları, günlerdir demokrasi nöbeti tutanları yeniden Kemalizm sopasıyla dövmeyi aklınızdan dahi geçirmeyin. Bir kere de siz Anadolu insanının geniş yüreğini, vatanına olan bağlılığını ve imanını anlamaya çalışın.
Takiyye yapmayandan korkmayın. Kendi gibi olandan, elinde bayrağıyla tekbir getirenden bu ülkeye zarar gelmez. En fazla yaşam tarzınız uyuşmaz, o kadar? Ama unutmayın çok sevdiğiniz Mustafa Kemal de bu ülkeyi vatan yapan şeyin iman olduğunu biliyordu. Ama ne ki onu araçsallaştırdı.
İş Kemalizme dönüştüğündeyse dindarlık, şehre taşınmaması gereken bir 'gerilik tezahürü' olarak değerlendirildi.
Öyle değil ama... Biz yeniden millet olacaksak 15 Temmuz'da yakaladığımız uzlaşmayı sürdüreceksek herkes elindeki sopayı yavaşça yere bırakacak. Ama önce Kemalizm sopası bırakılacak. O sopayla bu milleti çok dövdünüz. FETÖ'yü başımıza saran da o sopa işte.
15 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)15 Temmuz darbe gecesinin en karanlık anları. Milletin fedakârlığı ile alınan ve milleti koruması gereken uçak ve helikopterleri ele geçiren bir grup hain millete kurşun yağdırıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri envanterindeki yaklaşık 500 uçağın 35'i, 462 helikopterin 37'si bombardımana katılıyor.
Herkes şokta... Millet, meydanlara akın ederek demokrasiye sahip çıkarken Türk HavaYolları Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı da ekibini toplayarak önemli bir talimat veriyor. O travmatik şartlara rağmen soğukkanlı bir araştırma başlatılıyor. THY'nin pilot envanteri masaya yatırılıyor. Türk Hava Kuvvetleri'nden, THY'ye geçen pilotlar tek tek belirleniyor. Asker kökenli 560 pilot bulunduğu görülüyor. Bu pilotların ağırlıklı bölümü, FETÖ'cü yapı tarafından yıldırılan ve Hava Kuvvetleri'nden ayrılmak zorunda kalan isimler. İçlerinde daha önce F-16, F-4, askeri nakliye uçağı ve helikopter kullananlar var. Ve hepsine, "sefer görev emri" gibi soruluyor. Tereddütsüz her biri, "İhtiyaç olduğunda vatan hizmetinehazırız!" diyor.
İşte Türkiye'nin gerçek gücü bu. Görünen gücünden çok, milletin bağrından çıkan vatanseverleri ve kahramanları.
Teşekkürler THY yönetimi, teşekkürler yürekli pilotlar!
16 18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Rasyonelleşmenin ilk adımı olarak AB'nin "Türkiye'ye kimliğinizden, kültürünüzden, inancınızdan, hayat tarzınızdan ve tarihinizden dolayı hiçbir zaman Avrupa'nın bir parçası olamazsınız" demesi gerekiyor. Bu da Avrupa değerleri denilen değerlerin aslında aşkın, akılcı ve "değer"li olmadığını, güç ve egemenlik ilişkilerini örten siyasi bir retorik olduğunu kabul etmek anlamına geliyor. Türkiye'yi inkâr eden Avrupa kendini inkâr etmiş oluyor.
AB kurumlarının, siyasetçilerinin, medya organlarının ve kanaat önderlerinin FETÖ'cü darbe girişimi karşısındaki anlamsız tepkilerinin nedeni, tam da bu noktada açıklığa kavuşuyor. "Değerleri" gereği darbeye karşı çıkması, darbecilerin değil, hükümetin ve sivillerin yanında yer alması, darbeyi püskürtmek için sokaklara çıkan insanları "İslamcı güruh" olarak değil, "demokrasi savunucusu" olarak tanımlaması gereken Avrupa; Türkiye ile olan ilişkilerini rasyonel bir zemine taşıyamadığı için "darbe kötüdür ama Erdoğan daha kötüdür" olarak tercüme edilebilecek bir tutum takınıyor.Avusturya, darbe girişimini protesto etmek için gurbetçilerin evlerine bayrak asmasını yasaklıyor. Avrupa medyasında darbe sonrası alınan önlemlerin Türkiye'yi demokrasiden uzaklaştırdığı gibi zırvalar yayınlanıyor. Mısır'da darbecilerin sivilleri idam etmesine ses çıkarmayan AB, Türkiye'nin darbeciler için idam cezasını kabul etmesi ihtimalinden rahatsız oluyor.
Bu durumda Türkiye'ye düşen, bilinçaltı motivasyonları açık seçik ortada olan AB'nin bu tutumuna karşı serinkanlılığını muhafaza etmek olmalıdır. Bırakalım Avrupalı partnerlerimiz Türkiye'ye karşı tutumlarını rasyonelleştirememenin, acı gerçeği itiraf edememenin sancısını biraz daha çeksinler. Bu sürede biz de 15 Temmuz gecesinde olduğu gibi büyük ve güçlü Türkiye yolunda önemli adımlar atmaya devam edelim. Avrupa kendisi ile yüzleşip rasyonelleştiği zaman da eşit ve adil bir partnerlik ilişkisini müzakere ederiz.
18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)Hülasa, kim zalim, kim mazlum herkes gördü. Hep söylemedik mi: Bunlar kimi neyle suçluyorlarsa, suçladıkları şey taa kendileridir; neyi kendilerinde vehmediyorlarsa da o şeyin zerresi kendilerinde yoktur. Şayet o alçak darbeleri başarılı olsaydı ülkeyi paramparça edeceklerdi. Karıncayı bile incitmediğini, ölen bir arının ardından günlerce ağladığını söyleyen Fethullah Gülen'in örgütü (FETÖ) infaz listesi bile yaptı. Dün bir gazete darbeden sonra infaz edileceklerin listesini yayımladı; 50 kişilik listede benim de adım var. Kimler yok ki…
Tayyip Erdoğan, Binali Yıldırım, Efkan Ala, Hakan Fidan, Berat Albayrak, Melih Gökçek, Bekir Bozdağ, Süleyman Soylu, Mustafa Varank, Recep Akdağ, Faruk Çelik, Mehmet Görmez, Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek, Ümit Kocasakal, Uğur Dündar, İrfan Fidan, Mustafa Çalışkan, Şamil Tayyar, Ahmet Zeki Üçok, Soner Yalçın, Mehmet Metiner, Serhat Albayrak, Hanefi Avcı, Nedim Şener, Hüseyin Gülerce, Sabri Uzun, Turgay Güler, Latif Erdoğan…
Gördüğünüz gibi siyasi görüş farklılığına bakmamışlar. Bizimle birlikte Uğur Dündar da var Soner Yalçın da, Ümit Kocasakal da var Nedim Şener de! O halde biz de direniş hatlarında siyasi görüş farklığına bakmayacağız: Kim pazarlıksız ve karşılıksız vatan diyorsa o bizden biz de ondanız. Dem bu demdir. Hedeflerine ulaşmak için ilkin birlikteliğimizi bozguna uğratmak isteyeceklerdir
Yoksa hiçbir halt edemezler. Sözümüz tektir: Vatan hainlerine karşı omuz omuza! O halde hep birlikte söyleyelim: Alevi de biziz Sünni de biziz, Kürt de biziz Türk de biziz, hülasa, topyekûn Türkiye'yiz.
18 Günün öne çıkan yazarları (30.07.2016)CENTCOM, bölgede Türkiye'ye rağmen Güney sınırımızı PKK ve PYD'nin kontrolüne geçecek şekilde operasyonlar yürütüyor. Ancak Ankara fiili olarak çizilen bu yeni sınırları onaylamaya yanaşmıyor; güney sınırlarında PKK/PYD devleti kurulmasına rıza göstermiyor. ABD'nin dışarıdan ve içeriden geliştirdiği baskıya rağmen Ankara ne PKK'yı, ne onun Suriye'deki uzantısı PYD/YPG'yi tanımaya yanaşıyor. Çünkü "Yeni harita" Türkiye'nin milli sınırlarını, siyasal ve toplumsal bütünlüğünü tehdit ediyor. Türkiye'nin bu pozisyonu haliyle ABD'yi rahatsız ediyor. ABD'nin bu engeli aşmak için içerideki "müttefiklerini" harekete geçirdiği iddiası gayet gerçekçi duruyor. Suriye'deki YPG'yle ortak operasyonlar düzenleyen ABD'nin PKK'nın Türkiye'deki terörist saldırılarına sessiz kalması bu anlamda manidar değil mi? Suriye'deki PKK ABD'nin "müttefiki" ise; peki Türkiye'deki PKK ABD'nin nesi oluyor? Suriye ile Türkiye'deki PKK'nın birbirinden ayrı olmadığını herhalde en iyi ABD biliyor.
General Votel, PKK/PYD'den sonra 15 Temmuz darbecilerini de "Temasta olduğumuz komutanlar tutuklandı, endişeliyiz" diyerek "müttefik" olarak niteledi. Türkiye'yi istikrarsızlaştıran bu iki terör örgütünün, yani PKK'dan sonra FETÖ'nün de ABD'nin "müttefiki" çıkması Türk-Amerikan dostluğuna sığar mı? Pentagon'da herhalde şöyle konuşmalar geçiyordur: Türkler her şeyi çok şahsi algılıyor; ABD'nin PKK ve FETÖ'yü "müttefik" olarak değerlendirmesi Birleşik Devletler'in Ortadoğu stratejisiyle ilgili, kişisel almayın! PKK ve FETÖ'nün değeri ABD'nin bu iki terör örgütünü sadece Türkiye'yi değil, Ortadoğu'yu da dizayn etmek için kullanıyor olmasından ileri geliyor. PKK'nın hendek terörünü, iç savaş çıkarma çabalarını; FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimini ABD ve Britanya'nın Ortadoğu stratejisinin parçası olarak görmek gerekiyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsü Türkiye'yi yeni Ortadoğu haritasına direnmekten çıkarma ve etkisiz kılma girişimidir. Şimdilik başaramadılar ama bu, Batı'nın darbe arayışlarından vaz geçeceğini göstermiyor. Üstümüze gelmeye devam edecekler.