Yahudilerin Göç Hikayesi

Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra Yahudiler'e İstanbul'da oturma, ticaretle uğraşma, havra ve okul yapma hakkı verdi. Moses Kapsali'yi de büyük rabbi, yani hahambaşı tayin etti. Roma ve Bizans döneminden itibaren bu bölgede var olan Yahudiler'e "Romanyot" denir. Avrupa'da o dönem Müslümanlar'a hayat hakkı verilmez, Yahudiler ise çok zor şartlar altında hayatlarını sürdürürlerdi.

Yahudilerin Göç Hikayesi

Dinî sebeplerden, baskılardan veya ailevi/kişisel nedenlerden dolayı ülkelerinden sürülen, göçe zorlanan ya da kendi istekleriyle göç eden Yahudiler, şüphesiz tarih boyunca en çok göç eden kavimlerin başında gelir. Yaşadıkları yerleri defalarca değiştirmek zorunda kalmış Yahudilerin göç hikayeleri genel bir tasnif ile üç zaman dilimine bölünerek ele alınabilir. Ayrıca, bu bağlamda göç ile birlikte diaspora kavramı da önemlidir. Diasporalar, insanların göç etmesiyle birlikte başka yerlerde azınlık olarak yaşamaları anlamına gelir. Yahudiler Babil Sürgünü’nden bu yana tüm dünyaya dağılarak farklı diasporalar oluşturmuşlardır.

1492-1789 Yahudilerin İspanya’dan Sürgünü

Orta Çağ boyunca, Yahudiler genel olarak Müslüman hükümdarların yönetimi altında Hristiyanlara kıyasla daha iyi muamele görmüşler, daha rahat bir şekilde yaşamışlardır. Müslüman reaya ile bütünüyle aynı konumda olmamalarına rağmen, Yahudiler Müslüman hükümdarların saraylarında önemli roller oynamışlar, 900-1100 yılları civarında İslam hakimeti altındaki İspanya’da, tabiri caizse bir Altın Çağ yaşamışlardır, ancak durum bu devirden sonra giderek kötüye gitmeye başlamıştır. 1450’lerde kendi başına üç farklı diaspora içinde çeşitli diasporalar ortaya çıkmıştır. Bunlar aralarına sürekli ve kuvvetli bir bağ içinde yaşamış ve her daim bilgi alışverişinde bulunmuşlardır. Birinci diaspora, İspanya’da Müslüman bir hükümranlık altında yaşayan Sefaradlar olmuştur. Bunun yanında, bir başka diaspora olan ve orta Avrupa’da yaşayan Aşkenazlar sayı olarak daha az ve farklı coğrafyalara parçalanmış/dağılmış bir şekilde yaşamışlardır. Bu dağılmanın başlıca sebeplerinden biri Haçlı seferlerinin ve şiddetinin Yahudileri sürekli olarak göçe zorlamış olmasıdır. Üçüncü diaspora ise İslam dünyasının büyük metropollerinde yaşayan Yahudilerden oluşan diasporadır.

15. yüzyılının ortalarına kadar geçen yüzyıllar boyunca Hristiyan yönetimler altında yaşayan Yahudiler azınlık olarak nispeten tolere edilmiş, yine nispeten rahat bir hayat sürmüşlerdir. 1478’de başlayan engizisyon ile birlikte ise Yahudiler dinlerini değiştirmeye zorlanmıştır. Bu baskıya boyun eğmiş görünen ve Conversos olarak adlandırılan Yahudiler, Hristiyan dinine mensup olduklarını zahiren söylemişler, ancak dinlerini yine de gizlice yaşamaya çalışmışlardır. Çünkü Gırnata’nın da (Granada) Müslümanların elinden alınmasının ardından engizisyon mahkemeleri etkinliğini göstermiş ve ülkede yaşayan Yahudiler ve Müslümanlar topluca öldürülmüş veya sınır dışı edilmiştir. Bu tarihlerde katliama uğramanın ya da göçün tek alternatifi Hristiyan olmaktır. Yine bu dönemde yaklaşık 200.000 Sefarad baskılara dayanamayıp Kuzey Afrika’ya, Akdeniz ülkelerine, Bosna, Yunanistan veya Bulgaristan’a göç etmiştir. Birçoğu da Osmanlı Devleti’ne sığınan Sefaradlar, II. Beyazıd tarafından zimmet akdinin (Yahudi ve Hristiyanların İslam devletinin vatandaşı olmalarının belli şartlar karşılığında kabul edilmesi) hükümlerine uymak şartıyla belirli bölgelere yerleştirilmiştir. Ve zaman içinde yerleştirildikleri bölgelerde ticarette ve yönetimde söz sahibi olmuşlardır.

1789-1914 Doğu Avrupa’dan Göç ve Metropolleşme

17. yüzyıldan sonra özellikle maddi sebeplerden dolayı birçok Yahudi göçü gerçekleşmiştir, göç edenler ise genellikle ya zengin işadamlarıdır ya da başka bir ülkede yeni bir başlangıç umudu olan fakir kesim. Yolculuğun meşakatli ve uzun olmasından ve daha önemlisi parasızlıktan dolayı göçler küçük gruplar halinde olmuştur. Bunun dışında Tevrat’ı ve Yahudiliği okumak ve öğrenmek için göç eden genç öğrenciler de olmuştur. Bu göçlerin akabinde, 1789’de gerçekleşen Fransız İhtilali, kardeşlik ve eşitlik için Avrupa genelinde beraber yaşayan farklı azınlıklara birlik sinyalleri vermiş ve bu durum Yahudi azınlıklar için nispi bir rahatlama getirmiştir.

18. yüzyıla gelindiğinde teknolojik gelişimlerle birlikte göç daha da kolaylaşmıştır. Önceden aylar süren seyahatların birkaç haftaya düşmesiyle birlikte Avrupa’ya büyük bir göç akımı başlamıştır. Ayrıca hızla gelişmekte ve büyümekte olan Amerika’nın Avrupa’dan göçmen talebinde de patlama yaşanmıştır. Aynı şekilde 1881’de Rusya’daki programlar ve tren yolu gelişmelerinden dolayı büyük göçmen akımları başlamıştır.

1870’de dünya genelinde 4 milyon Yahudi yaşarken, bunların birçoğu Doğu Avrupa’da ikamet etmiştir. Doğu Avrupa’nın dışında ise en çok Yahudi Almanya’da yaşamış ve sayıları 450.000 civarında olmuştur. Yaşadıkları ülkelere hızlı bir şekilde adapte olan Yahudiler, bu dönemde diaspora içinde ayrılmaya ve bu şekilde yaşamaya yeltenmemişlerdir. Buna mukabil, eskiden askerlik yapmak zorunda kalmayan Yahudiler, 19. yüzyılda Avrupa’nın ulus devletlerinin siperlerinde farklı ülkeler için savaşma durumu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu durumda kimi Yahudilerin ülkelerine olan bağlılıkları, diasporaya olan bağlarından daha kuvvetli olmuştur.

1914-1948 Sürgün ve İsrail Devletinin Kuruluşu

Birinci Dünya Savaşı Yahudi göçünde bir dönüm noktasını temsil eder. Savaş Doğu Avrupa’da bulunan Yahudi topluluğunu derinden yaralar. 1918/1919 yıllarında 60.000 Yahudi bugünkü Ukrayna’da sürgüne uğramıştır. Bu dönemde bir kısım mülteci Batı’ya sığınmak istemiş lakin istekleri dikkate alınmamıştır. 1912’de Amerika’da kararı alınan Göçmen Yasası ise birçok Yahudi mülteci için kısıtlamaları beraberinde getirmiştir. Zaten bu yasa kararının alınmasında en büyük etkenlerden biri yabancı düşmanlığı ve antisemitizm olmuştur.

Bu tarihlerde göç için tercih edilen ülkelerden olan Kanada ve İngiltere de yerleşimi zorlaştıran ülkelerin başında yer almıştır. Bu dönemde birçok ülkeye geçiş sadece vize veya transitvize ile mümkündür. Vizeler için pasaport gerekmesi ve bazı ülkelerin azınlıklarına pasaport vermekte çekinmelerinden dolayı ise Yahudi azınlıkların özgürlükleri daha da kısıtlanmıştır. Bu sebepten dolayı göçmen Yahudiler mülteci kamplarında veya gettolarda/varoşlarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bununla birlikte, bu dönemlerde Yahudi göçmenlere sıcak bakan ülkeler, savaştan sonra yeniden yapılanma için işçiye ihtiyacı olan Fransa ve liberal bir göçmen politikası izleyen Weimar Cumhuriyeti olmuştur. Yahudi yardım kuruluşları da o sıralarda kalıcı bir çözüm olarak Yahudi göçmenler için bir vatan arayışında olmuş ve yeni yerleşim bölgeleri olarak Shanghai, Meksika ve Brezilya öngörülmüştür.

Almanya’da yaşayan Yahudiler ise yüzyılın ortalarına doğru, özellikle 1933 yılından itibaren çeşitli saldırılara maruz kalmışlardır. Dükkanları ve iş yerleri boykot edilmiş, çeşitli aşağılanmalara maruz kalmışlardır. Bunun üzerine, İkinci Dünya Savaşı’nın da başlamasıyla Yahudiler için durum daha da kötüleşmiştir. Propagandalar ve boykotlar sonucunda Almanya’da yaşayan genel halk kitleleri arasına Yahudi nefretinin tohumları da ekilmiştir. Ve artık ziyadesiyle meşhur olan, Avrupa’nın her bir yanından Yahudilerin özenle aranıp bulunarak toplama ve imha kamplarına götürülmeleri ve katledilmeleri de bir nevi zorunlu göç olarak değerlendirilebilir.

İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, Nazi soykırımından sağ kurtulanlar ve genel olarak tüm Yahudiler için ise Filistin’de 1948’de kurulan İsrail Devleti kalıcı bir çözüm olarak görülmüştür. Bu tarihten sonra dünyanın çeşitli yerlerinde yaşamakta olan Yahudiler bireysel olarak ya da gruplar halinde Orta Doğu’da kurulan bu yeni devlete göç etmiştir. Yahudilerin yaşadığı son göç tecrübesi olarak nitelenebilecek bu göç, her ne kadar ivmesi son derece yavaşlamış olsa da bugün de sürmektedir ve dünya genelindeki Yahudiler, bugün nüfusu yedi milyonu aşan İsrail Devleti’ne göçlerini sürdürmektedir.

Yahudiler tarih boyunca hor görülmüş, bazen Avrupa halklarının başına gelen musibetlere ve hastalıklara sebep olarak dahi görterilmişlerdir. Birçoğu ömürlerini yıllarca süren göçlerde ve mülteci kamplarında vatansız olarak geçirmiştir. Tarihin karanlık sayfalarında yer alan bu zulüm ve göç tecrübesinin günümüz ve gelecek nesillere verdiği mesaj ise ikaz niteliğindedir: Azınlıklara saygı ve farklılıklarla birlikte yaşama kabiliyeti herkes için elzem bir hedef olmalıdır. Soykırım, sürgün ve göçlerin bugün dahi sıkça ve en kötü şekliyle gerçekleştiği dünyamızda her bir insan tekine düşen görev; haksızlıklara karşı sağduyulu davranıp farklı olana toleransı muhafaza etmektir.

Bugün Kudüs’te Müslümanlar’ın ibadet hakkını kısıtlayan İsrailliler’in ataları olan Yahudiler 15’inci yüzyılda Avrupa’dan kovuldular. Yahudiler 525 yıl önce Türkiye’ye gelerek, incir ağaçlarının ve asmaların gölgesinde özgürce yaşamışlar, ibadetlerini serbestçe yapmışlardı

Müslümanlığın ilk dönemlerinden itibaren Yahudi ve Hristiyanlar'a İslam devletlerinde hayat hakkı verilmişti.
Osmanlılar da bu uygulamayı sürdürerek kendi idareleri altına giren Hristiyan ve Yahudiler'in inançlarına karışmadılar.

DEV İŞKENCE ODASI
Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra Yahudiler'e İstanbul'da oturma, ticaretle uğraşma, havra ve okul yapma hakkı verdi. Moses Kapsali'yi de büyük rabbi, yani hahambaşı tayin etti. Roma ve Bizans döneminden itibaren bu bölgede var olan Yahudiler'e "Romanyot" denir.
Avrupa'da o dönem Müslümanlar'a hayat hakkı verilmez, Yahudiler ise çok zor şartlar altında hayatlarını sürdürürlerdi.
Osmanlı topraklarında ise her dinden insan yaşamaktaydı. Bu yüzden Almanya'daki zulümden kaçıp Türkiye'ye gelen ve Edirne Başhahamı olan Yahudi İzak Sarfati, 1454'te Orta Avrupa'daki dindaşlarına bir mektup göndererek hilalin altında yaşayanların haçın hakimiyeti altında yaşayanlara kıyasla çok daha talihli olduklarını söyleyerek Avrupa'daki dev işkence odasını bırakıp Türkiye'ye gelmelerini söylemişti: "... Burada en iyi elbiseleri giyebilirsiniz. Burada herkes kendi asma ve incir ağacının altında oturabilir.
Hristiyan hakimiyetinde çocuklarınızı mosmor veya kıpkızıl dövülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmadan asla mavi veya kırmızı renkli elbiseler giydiremezsiniz".

AVRUPA'DAN SÜRÜLDÜLER
Fatih'in oğlu İkinci Bâyezid döneminde İspanya, Portekiz ve İtalya başta olmak üzere Avrupa'nın her tarafından sürülen Yahudiler, 1492'den itibaren Osmanlı İmparatorluğu'na geldiler.
Sefarad (Sefardim) olarak adlandırılan bu Yahudiler, İstanbul, Selanik, Avlonya, Draç, Modon, İnebahtı, Manastır, Serez, Gelibolu, Edirne, Safed, Şam, Kudüs, Bursa, Manisa, Tokat ve Amasya gibi imparatorluğun farklı coğrafyalarına yerleştiler.
Yahudiler, İstanbul'da Haliç'in her iki yakasındaki Hasköy ve Balat ile Avrupa yakasında Ortaköy, Anadolu yakasında ise Üsküdar ve Kuzguncuk taraflarına yerleşmişlerdi. Sayıları zamanla artarak onbinleri bulmuştu.
Nuh Arslantaş tarafından hakkında geniş bir inceleme yapılan Eliyahu Kapsali isimli bir Yahudi tarihçi günlüğünde padişahın Yahudiler'in hâline acıdığını ve her tarafa fermanlar göndererek Yahudiler'i şehirlere kabul etmelerini emrettiğini yazar.
16'ncı yüzyılın ortalarından itibaren imparatorluğa Orta ve Doğu Avrupa'dan da Yahudi göçü başladı. Bu ülkelerden gelen Yahudiler ise "Aşkenazi" diye adlandırılır. Yahudiler'in Türkiye'ye göçü sonraki asırlarda da devam etti. 19'uncu yüzyılın sonlarında yaşadıkları ülkelerde gördükleri baskıdan dolayı Doğu Avrupa ve Rusya'daki Yahudiler'in bir kısmı yine ülkemize geldiler.
Yahudiler'in Türkiye'ye göçlerini en iyi tasvir edenlerden biri 16. yüzyılda bir elçilik heyetiyle Osmanlı ülkesine gelen Avusturyalı Dernschwam'dır:
"...Yeryüzünde ne kadar Yahudi kovulmuşsa hepsi doğru Türkiye'ye koşuyordu."

Gölgeme sığının

Yahudi tarihçi Eliyahu Kapsali, Yahudiler'in Türkiye'ye sığınmasını şöyle anlatır:
"Sultan İkinci Mehmed, başka topluluklarda yaşayan Yahudiler'i yerleşmeleri için İstanbul'a getirmiş ve şöyle seslenmişti:
"Size daha önce yazdığımız gibi gelin ve gölgeme sığının." Aynı şekilde İkinci Mehmed'in oğlu İkinci Bâyezid, İbrani soyundan olanlara, Tanrı'nın hizmetkârlarına iyilikle muamele etti. Ve hiçbir zaman ondan önce bazı kralların yaptığı gibi onları atmadı. Bunun için değil midir, İspanya, Aragon, Portekiz ve Sicilya'dan zalim İspanyol Kralı'nın kınsız kılıcı yüzünden İsrail ve Yahuda'nın (Yuda) takipçileri yok olup, gideceklerdi".

Büyük Türk milleti

16. yüzyıl Yahudi tarihçilerinden Eliyahu Kapsali, Bizans İmparatorluğu'nun yıkılışını ve İstanbul'un fethedilerek Bizans'ın Türkler tarafından ortadan kaldırılmasını Bizans'ın Yahudiler'e uyguladığı baskının bir sonucu olarak görür. Kapsali Türkler'i ise şöyle nitelendirir: "...Tanrı bilgeliği ve anlayışıyla Türk milletini büyük kıldı... Türk O'nun gazabının asası, öfkesinin bastonudur ve Türk'ün vesilesiyledir ki, Tanrı müşfik milletlerin, dillerin ve ülkelerin vakti gelmiş intikamını almaktadır".