Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

Darbeyle hiçbir ilgisi yoktu. Cunta, başına yüksek rütbeli bir subay geçirmek, "paravan" olarak kullanmak istedi. En yakın ve en "sempatik" paravan olarak da orduda "Cemal Aga" lakabıyla sevilen Gürsel'i buldular. (Üçüncü Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala'nın "ya başınıza benden daha kıdemli birini bulun, kabul ederim, ya da Erzurum'dan Ankara'ya yürüyüp sizi ezerim" dediği söylenir.) İzmir'den bir uçağa bindirdiler, Ankara'ya geri götürdüler, "başımıza geç" dediler. O da geçiverdi!

16 Eylül 2016 - 19:27 - Güncelleme: 16 Eylül 2016 - 19:39

Giriş Tarihi: 16.09.2016 13:01 Güncelleme Tarihi: 16.09.2016 19:13
Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)
      1. 1
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Darbeyle hiçbir ilgisi yoktu. Cunta, başına yüksek rütbeli bir subay geçirmek, "paravan" olarak kullanmak istedi. En yakın ve en "sempatik" paravan olarak da orduda "Cemal Aga" lakabıyla sevilen Gürsel'i buldular. (Üçüncü Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala'nın "ya başınıza benden daha kıdemli birini bulun, kabul ederim, ya da Erzurum'dan Ankara'ya yürüyüp sizi ezerim" dediği söylenir.) İzmir'den bir uçağa bindirdiler, Ankara'ya geri götürdüler, "başımıza geç" dediler. O da geçiverdi!
    Birkaç ay sonra cunta ikiye bölününce, ağırlığını, idareyi sivillere bırakmak isteyen "sözde demokratlardan" yana koydu. "Hazır memleketi ele geçirmişken biraz daha kalalım, hatta hiç gitmeyelim" diyen radikal kanat tasfiye edildi. Yok canım, içeri tıkılmadılar, uzakça ülkelere "askeri ataşe" olarak zorla gönderildiler, o kadar.
    Ve de yeni rejim, "askeri vesayetin sürmesi" garanti altına alındıktan sonra, sözde demokrasi olarak kuruldu. Cunta üyeleri, kendi kendilerini, Kurucu Meclis'i ve 1961 Anayasası'nı kullanarak, her türlü seçimin üstünde ve dışında "doğal ve sürekli senatör" yaptılar. Ve bu rejim ahmak solculara demokrasi diye yutturuldu. Cemal Gürsel bu rejimin cumhurbaşkanı olarak bir süre Çankaya'da süs gibi oturdu, sonra beyin kanaması geçirdi, birkaç ay komada kaldı ve öldü gitti. Hepsi bu. Önemli olamayan sevimli bir adamcağızdı. Eski bir Osmanlı subayı olduğunu, teğmen rütbesiyle Çanakkale'de ve Gazze'de çarpıştığını, iki yıl Mısır'da esir kaldığını kaç kişi bilir? Yerine, gizli kalmış rakip cuntacı Cevdet Sunay seçildi. Onun da anma törenine kaç kişi katılır acaba?

      1. 2
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Türkiye'nin ekonomi konusunda ne söylediğini anlatmak için, 2014'ten sonra, 2015 yılında önce Türkiye ev sahipliğinde Antalya'da sonra bu ay içinde Çin'de yapılan G20 zirvelerine bakalım. Türkiye, geçen sene Antalya'da kapsayıcı büyüme çerçevesinde, giderek büyüyen gelir uçurumunu önleyecek, kaynakların Doğu'dan Batı'ya akışına set vuracak ve kaynakları daha adil dağıtacak yeni bir kalkınma ve refah anlayışına işaret etti. Finansal mimarinin yeniden oluşturulması, yolsuzlukla mücadele, terörün finansmanı, dünya ticaretinin Batı'nın çıkarları doğrultusunda yazılmış kurallarının yeniden düzenlenmesi (örneğin korumacılık konusunda Batı'nın ikiyüzlü tavrının son bulmasının sağlanması) gibi çok önemli başlıkların artık G20 zirvelerinde gelişmekte olan ülkelerin gelişmişlerle eşitlenmesi bağlamında ele alınması, hiç şüphesiz, Türkiye'nin yeni dönemdeki iktisadi ve politik yöneliminin en somut anlatımıdır. Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki yıl önceki konuşması Doğu'nun yeni dünya düzeninin başlangıcıdır.
    BM ve liderler... İkinci Dünya Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş döneminde, Birleşmiş Milletler'de dönemi anlatan çok önemli ve tarihi konuşmalar oldu.
    Arafat'ın 1974 yılındaki konuşması, Fidel Castro'nun devrimden bir yıl sonra 1960'da ABD başkan adayı Kennedy ve Nixon'a edilmedik hakaret bırakmayan konuşması, yine 1960'da Kruşçev'in ABD emperya-lizmden bahsederken ayakkabısını çıkarıp kürsüye vurması, Latin Amerika liderlerinin seksenli yıllardaki devrim dalgasını arkalarına alan konuşmaları...
    Bunlar hemen aklıma gelenler; tabii doksanlı yıllar dahil bu tür tarihe geçecek çok konuşma olmuştur. Ama bunların hepsi o dönemi anlatan, ABD'nin ve Batı'nın kıyıcı, işgalci yeni sömürgeci politikalarını eleştiren önemde konuşmalardı. Dönemin kutuplaşmasının sonuçları olarak yapılıyordu ve bize yansıyordu.
    Bütün bu dönemde (1947'den doksanlı yıllara kadar), ABD ve Sovyetler olmak üzere iki ana kutup ve tali olarak da Soğuk Savaş paradigmasının dışına çıkan ülkeler dünya siyasi haritasını belirledi. 1979'da Havana Bildirisi ile ortaya çıktığı kabul edilen Bağlantısızlar Hareketi de kozmopolit yapısı nedeniyle başarılı ve etkili olamadı. Dünya nüfusunun yüzde 55'ini ve BM'ye üye ülkelerin üçte ikisini kapsayan bu çıkış, mesela Suudi Arabistan'la Küba'yı aynı çatı altına sokmaya çalıştığı için başarılı olamadı.
    Birleşmiş Milletler'in Güvenlik Konseyi'ndeki mutlak veto yetkisine sahip beş daimi üyesine baktığınızda zaten BM'nin nasıl ve hangi şartlarda kurulduğunu anlarsanız. İkinci Savaş'ın galibi ABD, İngiltere ve Fransa ile etkileri ve büyüklükleri ile küresel denge ve statüko için oraya monte edilmiş Rusya ve Çin tabloyu tamamlar. Bu tablo, bugünkü ekonomik ve siyasi krizin de temel nedenidir. Kabul edin!

      1. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Nasılsa utanmaları yok! Cesaretlerini toplayabilseler ve hani dilleri varsa... "Fetöcü dediğin bir avuç deli" deyip bütün olup bitenlerin üzerini örtüverecekler.
    Şimdi yeni bir çıkış yolu buldular. Doğrudan "darbecilik" kavramı üzerinden yürüyerek 15 Temmuz gerçeğini erozyona uğratma çabasına giriştiler. Malum, Doğan grubu yazarı düz koşulara başladı bile... Fetöcü polis şefleriyle can ciğer kuzu sarması olmuş, onların kaleme aldırdığı kitaplar çıkartmış, canını sıkanı Pensilvanya'ya şikâyet ettiğini herkese açıkça söylemekten hiç çekinmemiş; Fetö kanallarında baş köşeden inmemiş birini "inatçı diyebilirsiniz ama darbeci diyemezsiniz" diye savunmaya kalkıştı geçen gün.
    Yetmemiş ki, aynı yazısında Fetö medyasının en ünlü isimlerinden ve Pensilvanya ziyaretçilerinden bir başkasını "Fetö saçmalıklarıyla yan yana gelemeyecek kadar bağımsız ve bağlantısız bir aydındır" diye göklere çıkardı. Âlemi kör, herkesi sersem sanmak mı bu? Yoksa nasıl bir misyon verilmişse kendisine artık, ondan kaynaklanan bir pişkinlik mi?
    Tabii bir de sosyal medyanın "İyi çocuktur, tanırım"cıları ve "O kişi mi? Her şey olur darbeci olamaz!" itirazcıları var. Bu gidişle darbe destekçiliği o akşam erken saatte tankları alkışlayan Bağdat Caddesi sakinlerinin üzerine kalacak.İstanbul'un en güçlü ve havalı devlet üniversitelerinden birinin rektör danışmanı geçen gün tvitler attı.
    Neymiş efendim, şu anda tutuklu bulunan bilmemkim onun hocasıymış, üzerinde hakkı varmış, o halde darbeci olamazmış! Şaka gibi ama gerçek!

      1. 4
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Böylesine pespaye bir adamdı Edelman... Bir süre sonra, herhalde kendisini daha fazla rezil etmesin diye, ülkesi tarafından geri çağrıldı. O sıra, "Edelman'dan daha beteri gelmez" diye düşünüyorduk. Geldi.
    Daha beteri "John Bass" kimliğiyle geldi. Bass, mutat "müstemleke valisi" tavrını sürdürmekle kalmadı, Edelman'dan daha ileri bir adım atarak, "açık Türkiye düşmanlığına" başladı.
    Darbe günü, asker üniformalı bir kişiyle (bir Türk subayıyla) Çengelköy civarında görüntülenmişti. Fotoğraftaki kişinin, John Bass'a benzeyen bir sivil olduğu öne sürülmüştü ama o kişinin John Bass olduğunu herkes biliyor. Bunu Türk gizli servisi de biliyor, Amerikan gizli servisi de biliyor, FETÖ'cü istihbaratçılar da biliyor.
    Ortada fotoğraf rezaleti dururken, Bass kalktı, 28 belediyeyle ilgili "kayyım kararını" eleştirdi. Kaygılıymışlar... Teröre destek veren, terör örgütlerine silah ve asker yardımında bulunan bir ülkenin Büyükelçisi olarak böyle bir "çıkış" yapması şaşırtıcı değildi ama teamül dışıydı. Dahası, terbiyesizlikti...
    Bass, bu "terbiyesizliğin" üzerine, kalktı bir de Artvin'e gitti. HES protestocularıyla görüştü. Bu, artık, çizmeyi aşan bir harekettir. Son noktadır... Görev yaptığı ülkenin içişlerine karışan, pervasızca "sinir uçları"yla oynayan ve darbecilerle teşrik-i mesaisi belgelenmiş bir Büyükelçi'ye uygulanacak muamele bellidir.

      1. 5
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Seçimlere az bir süre kala ABD kamuoyunun tek gündemi Demokratların adayı HillaryClinton'ın sağlık durumu. Televizyonlardaki programlarda başka bir konu yok.
    Tartışmaları başlatan, Clinton'ın geçtiğimiz günlerde bayılmak üzereyken korumalarınca apar topar aracına bindirildiği görüntüler oldu.
    Clinton zatürree olduğu için rahatsızlandığını iddia ediyor. Ne var ki araca alındıktan kısa bir süre sonra dışarıya "turp gibi" çıkması "zatürree tedavisi bu kadar hızlı mı oluyor" göndermelerine neden oluyor.
    Peki, sorun gerçekten ne; Clinton'ın gizlenmeye çalışılan bir hastalığı mı var?
    Florida'da Anestezi Uzmanı Dr. Ted Noel, Clinton'ın parkinson hastası olduğunu iddiasında. Clinton'ın konuşmaları esasındaki istemsiz kol ve ağız hareketlerinin, gülmelerinin yanı sıra Clinton'ın hastalık sicilini de inceleyen Dr. Noel net konuşuyor.
    Anlaşılan o ki, ABD'nin muktedirleri, Türkiye ve Ortadoğu politikalarını değiştirmesi sürpriz olmayacak Trump olmasın da kim olursa olsun noktasında.

      1. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Her ne kadar ABD'yle uyum içinde çalışmayı arzu etse de Türk hükümeti gelinen noktada artık ABD'ye "uyum" gösteremiyor; bugüne değin süregelen "stratejik ortaklık" da yerini giderek sıkı pazarlıklar sonucu şekillenen "taktik işbirliğine" bırakıyor.
    Örneğin ABD, Suriye'de Özgür Suriye Ordusu dururken terör örgütü PYD'yi güçlendirmeyi ve bu örgütle "devlet" düzeyinde ilişki kurmayı tercih etti. Bu da Türkiye ile ABD arasında ciddi bir kırılmaya yol açtı. ABD'nin PYD ile birlikte Suriye'nin etnik, dinsel ve kültürel haritasını değiştirmeye dönük operasyonları da Türkiye için bardağı taşıran son damla oldu. Azez-Cerablus hattına yönelik operasyon ABD'nin sınırlarımızdaki "terör koridoru" oluşturma gayretlerini durdurmayı amaçlıyor.
    Türkiye'yi içeride son iki yıldır ABD'nin vekaletiyle meşgul etmeye çalışan FETÖ, PKK ve HDP'ye yönelik operasyonlar da ABD'nin keyfini iyice kaçırdı. İşler bu aşamaya varınca ABD de Türkiye ile ilişkileri bile isteye germeye başladı. ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass'ın kayyum atanan belediyelerle ilgili haddini aşan açıklamaları bu çerçevede değerlendirilebilir. Büyükelçi Bass, Türkiye'nin sinir uçlarına dokunarak kendince hükümeti uyarıyor. Karadeniz'de çakışan ziyaretlerle Türkiye'ye, Erdoğan'a nasıl bir mesaj verilmek isteniyor bilinmez; ama yabancı elçiliklerin "terör tehdidi" tedbirlerine bakılacak olursa Türkiye'yi önümüzdeki dönemde de "terör sopası"yla hizaya getirmeye çalışacakları anlaşılıyor.
    Ortadoğu ve Türkiye politikasını böyle devam ettirdiği sürece ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin düzelme ihtimali zayıf. FETÖ'yü, PKK'yı, PYD'yi, HDP'yi destekleyen; AK Parti, CHP ve MHP'yi içeriden dizayn etmeye çalışan ABD'nin Türkiye ile arası her geçen gün biraz daha açılıyor.
    ABD Türkiye'ye uyum göstermeye yanaşmayacağına göre, Türkiye'yi kendisine uyuma zorlayacaktır. Bu da darbe, terör, iç savaş başlıklarının Türkiye'nin gündeminde kalmaya devam etmesi anlamına geliyor. Devlet yıllar sonra ilk kez ABD'ye direnebilecek toplumsal desteğe, liderliğe, siyasi güce ve askeri disipline sahiptir. Söz konusu "vatan" olduğu için de Türkler sonuna kadar direnecektir; buna karşı ABD de her zaman olduğu gibi yine arka kapıdan içeri girmeye çalışacaktır.

      1. 7
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Önde gelen Alman dergisi Der Spiegel Türkiye özel sayısında söz konusu savrulmanın en son örneğini sergiledi. "Bir ülke özgürlüğünü kaybediyor" ve "diktatör Erdoğan" temalı derginin niyeti güya Türkiye'nin darbe sonrası siyasetini eleştirmek. Ancak DAİŞ, PKK ve FETÖ terörüyle mücadele eden "müttefik" bir ülke hakkındaki eleştirel değerlendirmelerin çok ötesine geçilmiş. Kapakta Erdoğan'ın güneş gözlüğüne de yansıyacak şekilde minareler füzelere dönüştürülmüş. İç içe geçmiş üç tema aynı anda olumsuzlanıyor: İslam, Türkiye ve Erdoğan. Camilere minare yapılması konusunun Avrupa'da Müslümanları ne kadar dışlayan, yabancılaştıran anti-demokratik bir tartışmaya çevrildiğini hatırlayalım. Bu itibarla minare eşittir ateşlenmiş füze benzetmesi etkin medya görseli olmanın dışına çıkmış. Doğrudan İslam karşıtı duygulara hitap ediyor. Der Spiegel'in İslam ya da Türkiye ile ilgili kapaklarında kasıtlı bir şekilde siyah ve kırmızıyı seçtiğini de söylemeliyim. Fark edebildiğim kadarıyla sadece 2016'da dört sayıda Erdoğan karşıtı (demokrasiye savaş açan diktatör olarak) kapak yapılmış. Alman medyasının diğer temsilcileri de Der Speigel'den farklı değil. Neredeyse her gün Türkiye hakkında olumsuz haber ve yorumlar yapılıyor.
    Avrupa siyasetçilerinin uyanması gereken iki temel husus bulunuyor:
    Kendi iç siyaset sorunlarını, mülteciler başta olma üzere, Erdoğan karşıtlığına yüklemeleri gittikçe büyüyen negatif bir zemin oluşturmakta. Bu zemin ülkelerinde yaşayan Türklerin ve hatta Müslümanların uyumunu zorlaştıran tepkiler üretme potansiyeline sahip.
    15 Temmuz darbe girişimini atlatan Erdoğan bugün eskisinden daha güçlü şekilde Türk halkının desteğine sahip. "Türkiye'ye oyun kuranlara karşı Erdoğan'ın yanındaolmalıyız" duygusu vatan sevgisiyle birleşmiş durumda. Bu sebeple Erdoğan'ı "diktatör" diyerek hedef almanın Türkiye içinde bir anlamı kalmadı.
    Belediyelere kayyum atanması, çözüm sürecine dönülmesi ya da FETÖ tasfiyesi ile ilgili eleştirilerin de Türkiye siyasetine etki yapması mümkün görünmüyor. Geniş halk kitleleri bu eleştirileri "Türkiye'nin elini bükme çabası" olarak görüyor. Demokrasilerin makul olanı bulmada üstünlüğü varsa Avrupa Türkiye politikasını bir an önce gözden geçirmeli vesselam.

      1. 8
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Ammar ve benzeri bazı hadiseleri gözönüne alan bazı İslam alimleri can korkusu ve endişeli, olan kimselerin "takiyye"yi uygulayabilceklerine cevaz vermiştir.
    Bu, özel durumlar için "istisna" teşkil eden ruhsat, maalesef Şia tarafından dinin bir rüknü haline gelmiş ve her konuda, sanki dinin emriymiş gibi kullanıma sokulmuştur.
    Bizim coğrafyamızda tarih boyunca şahsiyet fukarası birçok insan, olur-olmaz işlerde bu takiyyeyi kullanmışlardır. Ancak toplu ve sistematik bir anlayışla, bunu sınırsızca kullanan FETÖ terör örgütü olmuştur.
    Yaklaşık 40 yıl boyunca, hemen hemen her konuda takiyye yaparak, daha açık bir ifadeyle takiyyeyi biricik metod haline getirerek, milleti kandırmayı ve kendisini gizlemeyi başarmıştır.
    Dönemin şartları değiştiği için, bugünkü dünyada takiyye yapmak haramdır. Zira, bu insanları aldatma demektir. Günümüzde, dünyanın dört bir köşesinde hukuki düzenler hakimdir ve kimse inancından dolayı can korkusu yaşamamaktadır. Bu nedenle, bu şartlar muvacehesinde takiyye yapmak haramdır. Çünkü insanları kandırma ve menfaat temini söz konusudur.
    Ayrıca takiyye'nin en büyük tehlikesi, itikadı zedelemesidir. Bir kereden birşey olmaz anlayışı nasıl alışkanlığa dönüşürse, bu konu da böyledir.
    İnanan insan, yavaş yavaş itikadi çarkın dışına çıkar; O, artık bir "mümin" değil, münafıktır. Nifakın küfürden eşed olduğunu, münafıkın da kafirden daha deni olduğu gerçeğini hatırdan çıkarmamak gerekir!.. Kısaca, takiyye yapan mümin değildir!..

      1. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Kanaltürk ve Bugün TV'nin Türksat uydusundan çıkarılmasını protesto ederek TBMM'ye soru önergesi vermişti. Bunu bir basın özgürlüğü ihlali olarak değerlendirmişti. CHP milletvekili Murat Bakan, Zaman gazetesine kayyım atanacağı iddialarına tepki göstererek, "Özgür basın için ve anayasanın, 'Basın hürdür sansür edilemez' ilkesi gereği, anayasal hakkımızı korumak için Zaman'ın yanındayız" açıklamasını yapmıştı.
    Kılıçdaroğlu'nun talimatı olduğunu vurgulayan CHP milletvekilleri Gürsel Tekin, Enis Berberoğlu, Selina Doğan ve Barış Yarkadaş, Zaman Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici ile görüşmeye ve Zaman ile dayanışmalarını göstermeye gitmişti. CHP'li milletvekili Mahmut Tanal da Zaman'ın Ankara Bürosu'na destek ziyaretinde bulunmuştu.
    Fetullah Gülen'in 'onursal başkanı' olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nca düzenlenen Abant Platformu toplantısına CHP'li Binnaz Toprak ve İştar Gözaydın ile HDP milletvekilleri Hüda Kaya, İmam Taşçıer ve Adem Geveri katıldı. Ayrıca Cumhuriyetyazarlarından Aydın Engin ve Ahmet İnsel de hazır bulundu. Toplantıda bol bol 'cemaate yönelik cadı avı'ndan yakınıldı ve 'tek adam' yönetimine gidildiği dillendirildi. Bu toplantıdan beş ay sonra ise 'cadı avı' yürütüldüğü söylenen FETÖ, tüm ülkeye ve 'tek adam'a karşı darbe yaptı.
    HDP lideri Demirtaş da, 2012'de Gülen'in Türkiye'yi yönettiğini, kadrolarının polis, savcı,hâkim, bakan, vekil olduğunu, hücre örgütlenmeleriyle her yeri yönettiğini ve bunun 'bir darbe' olduğunu söylemişti. Ne var ki, Gezi ayaklanmasından sonra PKK çekilmeyi durdurunca, Demirtaş da yavaş yavaş FETÖ argümanları eksenine girdi. Bol bol, hırsız ve 'cadı avı' dedi. Örneğin Zaman'a kayyım atanmasına tepki gösterip, bunun "siyasi ve kanunsuz bir yaklaşım" olduğunu söylemişti.
    Hatırlayalım, Gezi ayaklanmasına iki hafta kala, HDP'li Ahmet Türk ve Nazmi Gür, Pensilvanya'da Gülen'le görüşmüştü. Ahmet Hakan'a konuşan Ekrem Dumanlı da, "Benim gördüğüm şu: Cemaate sempati duyan insanlar Güneydoğu'da HDP'ye verdi" diyerek bu ittifakı açık etmişti. Nitekim Ekrem Dumanlı'nın Diyarbakır'a giderek HDP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak'la görüşmesinin de bir dönüm noktası olduğu biliniyor.
    Velhasıl, işte böyle... Ak Parti, ahmakları ve Lawrence'ları saymazsak, 'Gülen cemaati'nin terör örgütü olduğuna kanaat getirdiği 17 Aralık 2013'ten itibaren FETÖ'yle mücadele etti. Ancak CHP ve HDP, FETÖ gerçeğini çok daha önce görmelerine rağmen, FETÖ ile Erdoğan'ı devirme ittifakı yaptı. Oysaki elleri çok güçlüydü. Hakikati savunarak Ak Parti'nin yüzüne bu haklılıklarını çarpabilirlerdi. Tarihe de geçerlerdi. Ama yapmadılar! O yüzden varsa bir özeleştiri sırası, kendilerini de en ön sıralarda arzı endam ederken görmek isteriz...

      1. 10
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    İşte bu hayati yenilgiden dolayı bunalıma girenler arasında; ABD'nin Ankara'daki büyükelçisi John Bass de var! 15 Temmuz'daki FETÖ darbe girişiminin sahne arkasında yer alan ve de FETÖ elebaşısını Pensilvanya'da himayeye devam eden bir devletin "elçisinden" bahsediyoruz… PKK/PYD/YPG terör örgütünü "Kara Gücü" ilan ederek…

    "Amerikan bayrağını (resmen) terörizmin sembolü haline getiren" ABD'nin "elçisidir" kendisi! Tüm bu fevkalade kirli ve çok kanlı faturanın hesabını vermek yerine; "Sömürge Valisi" edasıyla Ankara'ya aklınca "ayar yapmaya" kalkışan John Bass'i "tam on yıl öncesinde ABD'den bağımsızlığını kazanan Türkiye" gerçeği çıldırtıyor! Bağımsız Müslüman Türkiye'yi "ne yapsalar" bir türlü teslim alamıyorlar! Küstahlığının, densizliğinin, ahlaksızlığının, düzenbazlığının, "üzerine asla vazife olmayan işlere burnunu sokmasının" altındaki temel sebep budur!

    PKK+FETÖ'ye yardım ve yataklık yapan 28 belediyeye kayyum atanması; ABD'nin büyükelçisini neden geriyor? Türkiye'nin terör örgütleriyle kararlı mücadelesi John Bass'i niçin çileden çıkarıyor? Çünkü: her iki terör örgütünün de arkasında tüm hücreleriyle ABD var! Terör Partisi HDP'li belediyelerin bomba yüklü kamyonlarıyla hayatlarını kaybeden canlar John Bass'in hiç umurunda olmadı… Aynı Mister Bass, Baronsal Gladyocu Hürriyet'in "camları" için seferber olmuştu!

      1. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Nedeni şu: Avrupa Birliği, adı üstünde bir 'birlik' olarak tasarlanmıştı. Bu birlik düşüncesi1848-1914 arasında oluşan antik Yunan/Hellen uygarlığından mülhem, onu kendisine zemin edinen bir Avrupa düşüncesine dayanıyordu. O Avrupa yüksek kültürle meşbu idi, realitelerin değil ideallerin ütopyasıydı. Beethoven'ın 9. Senfonisi'ni kendisine marş edinmesi de işin gelebileceği en son noktaydı. Bu bir. İkincisi ve asıl önemlisi bu Avrupa düşüncesi homojen bir kıta tasarlıyordu. Sömürgecilik sonrası dönemde de olsa herkes Avrupa'ya gelecek ve o potada eriyip, 'Beyaz', 'ari'Avrupa'nın bir parçası olacaktı.
    Bu düşüncenin ürpertici dokusu 1945 sonrasında ortaya çıkan ve tüm Avrupa'yı etkileyensol, sosyal demokrat, sosyalist hareketle dengelendi. Açık açık yazayım, 1945 sonrasının kurumu AB bütün bu kabullerine rağmen bir sol projeydi. Bahsettiğim tasavvurun ürpertici dediğim dışlayıcı dokusunu sol yaklaşımların insancıllığı dengeliyordu.
    Derken 3. Döneme girdi Avrupa. Yani, 1979 sonrasına. Yani neo-liberal döneme. Yani onun küreselleşme adı altındaki türünün hâkim olduğu döneme. Yani solun bittiğidöneme.
    Bu dönemde Avrupa kendini revize edebilir, çoğulcu, çokkültürlü, heterojen bir Avrupa olarak yeniden biçimlenebilirdi. Hayır, yapmadı. Tersine, direndi. Laiklik diyerek, 'Cumhuriyet' diyerek, 'değerler' diyerek direndi ve göç meselesinden göçmen krizinekadar kendi dışındaki dünyaya kapandı. Bunu sağ yaptı.
    Sonuç, 'varoluşsal kriz.' Hümanist değerler üstüne kurulmuş Avrupa çöktü. Bunca göçmen, burka, başörtüsü, İslam, Müslüman meselesinden sonra gele gele bunlara sarılmış yarı Faşizan siyasetlere teşne ve teslim oldu. Başkan aslında onlardan yakınıyor. 'Popülist güçler' dediği odur. Aşırı sağ, anormal milliyetçi bir tutumla Avrupa'yı demir bir kasnakla kuşatıyor şimdi. Liberal siyasetler çöküyor.

      1. 12
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Siyasal liberalism denilen şeyin, nedense hep Türkiye toplumuna düşmanlık yaptığının farkında mısınız?.. Bu, herhalde düşüncenin kendisinden kaynaklanmıyor olmalı.. Zira "Liberalism" öyle bir şey değildi ki.. Ne zaman bir tartışma çıksa, hep Türkiye'nin ve bu toplumun vatanseverlerinin taviz vereceği bir ortak zemin arıyor liberaller..
    - PKK konusunda da öyle.. 1915 Ermeni tezleri konusunda da… Devleti tesirsizleştirme konusunda da… Avrupa Birliği'ne boyun eğme konusunda da..
    Anlayacağınız bu topraklara ait ne varsa liberaller bunu fikir ve siyaset adı altında dışlıyorlar.. Apaçık düşmanlık yapıyorlar.. Eğri oturalım doğru konuşalım, FETÖ'nün bu kadar kök salmasında liberallerin payı yok mudur? FETÖ'nün teori üssü olan ünlü Abant Buluşmaları liberallerin FETÖ'cü tezleri meşrulaştırma merkezleriydi.. FETÖ eliyle bu ülkeye dayatılan tezlerin tamamı için meşruiyet alt yapısı, liberaller eliyle dağıtıldı.. İslamcı aydınlar değil, dikkatinizi çekerim.. Altan Biraderler, Eser Karakaş, Zaman'da kalem oynatan bilumum liberaller,
    Bugün şikayet ettiğimiz ve kurtulmaya çalıştığımız, FETÖ eliyle içimize sokulan bütün vatan-millet karşıtı politikaların altında bu liberallerin imzası var.. O yüzden Ali Bayramoğlu'nun Altan Biraderler'i savunan yazılarına şaşırmayın.. Şaşıracaksanız hâlâ onlar nasıl bu mahallede yer buluyorlar kendilerine, ona şaşırın..

      1. 13
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Bir yandan Milletimizin tamamına yönelik mesajları ihmal etmiyor ama bir yandan da pişmek üzere olan aşa soğuk su katar gibi, ortalığı karıştırmayı seviyor CHP'liler. Ana Muhalefet Partisi olarak kendilerinden beklenenin sürecin sağlıklı bir şekilde atlatılmasına katkıda bulunmak olduğunu, bal gibi bildikleri halde, her zaman yaptıkları şeyi yapıyor ve her şeyi eleştirmekle iktifa ediyorlar.
    Özellikle de localara yönelik olarak yapılan bazı açıklamaların 'Yenikapı Ruhu'na aykırı olduğu şeklindeki tespitler artmıştı son zamanlarda. Durumu açıklığa kavuşturmak maksadıyla olsa gerek, bir açıklama yapmış parti Sözcüsü Böke. Özetle, 'üzerinde mutabakat sağlanması gereken ortak paydanın 'laiklik' olduğunu' söylemiş.
    Böke'nin kast ettiği laikliğin ne olduğu tartışmalı bir konu. Kadınlarının yüzde 70'ten fazlasının başörtü kullandığı bir ülkede hala kamuda başörtüsü serbestisine karşı çıkan bir anlayışın bahsettiği laikliğin gerçek laiklikle ne alakası olabilir ki?..
    Açıklamanın ilgili bölümü şöyle: "Çare asla yan yana dururmuş gibi yapmak, demokrasimizin sorunları yokmuş gibi kafamızı kuma gömmek, komplo teorilerine sarılarak sahte milli birlik nutukları atmak değil.
    Üzerinde 'mutabakat' sağlanması gereken bir ortak payda varsa; o payda laikliktir, özgürlüktür, hukuktur, demokrasidir. Darbenin panzehiri eksiksiz demokrasidir." Açıklamanın her cümlesi problemli.
    Okuyunca, CHP'lilerin aslında Yenikapı'da 'Milletimizle yan yana' durmayıp, 'duruyormuş gibi' yaptığını düşünüyor insan.
    Özgürlüğü kendi ideolojik saplantılarının gerekleri ile sınırlayan, demokrasi anlayışını da 'benim dediklerim olursa' şartına bağlayan bir zihniyet CHP'ninki. Dolayısıyla 'Milli Birlik' denilince de kendilerine has şeyler anlıyorlar.
    CHP'liler Milletimizin geneline ve localardakilere yönelik mesajlar vermeye devam edeceklerdir. Localardakiler, Milletimize yönelik mesajların kandırmaca olup, kendilerine verilen mesajların esas olduğunu düşünüyorlardır muhakkak. Ancak CHP'liler bilmeli ki: Localara verilen mesajların esas, kendisine yönelik mesajların kandırmaca olduğunun, Milletimiz de farkında.....

      1. 14
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Son örnek Azerbaycan'dır. Azerbaycan'da yıllardır örgütlenen FETÖ, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev'in Türkiye ile geliştirdiği iyi ilişkilerden son derece rahatsız. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra Aliyev'in, Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Türkiye lehine aldığı tavır Azerbaycan'daki FETÖ'cüleri çıldırtmış görünüyor. Zira orada da devlete sızmış kripto FETÖ'cüler bugünlerde Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini sıkıntıya düşürecek adımlar atıyor. Bu konuya geçmeden önce dün haber merkezlerine düşen Aliyev'in şu açıklamasını hatırlatmak isterim? Aliyev yeni eğitim yılı vesilesiyle bir okulda yaptığı açıklamada, "Bize bazıları dikte ettirmek istiyor" diyor.

    Aliyev'in cümleleri şöyle: "Bizim işimize de karışmak isteyenler az değil. Bizim amacımızla onların amacı örtüşmüyor. Biz bağımsızlık, özgürlük ve halkımızın refahını amaçlıyoruz. Bazı dış çevreler ise bize dikte etmeyi, Azerbaycan halkının iradesini kırmayı, daha sonra da Azerbaycan'ı kendi çıkarları için kullanmayı amaçlıyor. Bu ise bizim için felaket olur."

    Aliyev üstü kapalı söylemiş ama tercümesi açık, FETÖ gibi terör örgütleri aracılığıyla Azerbaycan'a sızanlar, Azerbaycan'ı kendi çıkarları için kullanmak istiyor. Anlaşılan, FETÖ ile mücadelede Aliyev de tıpkı Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın 17-25 Aralık sürecinden sonra yalnız bırakıldığı gibi yalnız bırakılmış. Azerbaycan'ı kendi çıkarları için kullanmak isteyenler geçtiğimiz günlerde ilginç bir uygulamaya imza attı. Azerbaycan'da ciddi yatırımları olan Türkiyeli bir işadamı ülkeye sokulmadı..!

    Türkiyeli iş adamı Hüseyin Büyükfırat yıllardır Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de yaşıyor. Birçok yatırımı var orada. Büyükfırat sadece bir işadamı değil. Aynı zamanda iyi bir sivil toplumcu. Hayırsever. Ve en önemlisi FETÖ'nün hem Türkiye'de hem Azerbaycan'da deşifresi için mesai harcayan, mücadele eden biri.

    Örneğin, Türkiye'deki "Tahşiye kumpası davası"nda müdahil. Yine Azerbaycan'daki FETÖ faaliyetlerinin anlatıldığı birçok kitapta kaynak olarak Hüseyin Büyükfırat'ın anlattıkları ve tespitleri var. Son olarak AgilAlasger'in yazdığı Sessiz İşgal (Azerbaycan'da FETÖ örgütlenmesi) kitabında da Büyükfırat, çok önemli bilgiler paylaşıyor. Hüseyin Büyükfırat geçtiğimiz günlerde Azerbaycan'a gitmek üzere yola çıkıyor fakat ülkeye sokulmuyor! Çok ilginç öyle değil mi?

      1. 15
      2. 15
    • Günün öne çıkan yazarları (16.09.2016)

    Şunu söylemeye çalışıyorum: Başkomutandan ortalama vatandaşa kadar toplumun her ferdi, omuzlarındaki sorumluluk bilinciyle yaptığı işi en iyi şekilde icra etmeye çalıştığında Türkiye güçleniyor, sınıf atlıyor. Türkiye'de bir birey işini her hakkıyla yaptığında, evrende bir Türkiye düşmanı yok oluyor.
    Odak noktamız 15 Temmuz'u milat kabul edip Türkiye'yi, işini hakkıyla yapan insanların ülkesine çevirmek olmalı. Siyasetçi "önce vatan" diyecek ve arkaik siyaset ve ilişkiler anlayışını seviyeli ve kaliteli siyasetle değiştirecek. Diplomat görüntüden ibaret olmayacak; bulunduğu ortamı bilgisiyle ve tarzıyla domine edecek. Gazeteci medyatiklikten ziyade etiğin, haberin ve analizin peşinde koşacak. Akademisyen "devlet memuru" zihniyetiyle puan toplamaya değil, öğretim becerisi ve yayınlarıyla ufuk açmaya çalışacak. İş adamları güçlü Türkiye'nin kendi paralarını da güçlendireceği bilinciyle "önce vatan" için çalışacak. Milli savunma sanayisi kurumlarımız, Batı ile aramızdaki on yıllarla ölçülen teknoloji farkını kapatmak için maksimum verimle çalışacak. Aynı şekilde pazar esnafı tartısında hassas olacak. Eve çağrılan tesisatçı işini ciddiyetle yapacak. Öğrenciler salt sınavlara değil bilgi dağarcığına, kültürüne, sportif yaşamına yatırım yapacak. Futbolcular dil öğrenecek, yaşamlarına dikkat edecek, kitap okuyacak. Belediye yolların ve kaldırımların intizamına özen gösterecek; o çukurlar kalkacak. Doktor sabırlı olacak, hastaya göz bebeği gibi bakacak. Asker fiziğine, demokratik gelişimine ve stratejik tekamülüne özen gösterecek. Polis elindeki cep telefonunu bırakacak, vatandaşta otorite ve adalet hislerini uyandırmak için aklını ve fizikini geliştirecek. Taksici kısa mesafe yolcusu alacak. Memur vatandaşın işine kendi işi edasıyla yaklaşacak. Sanatçı evrensel kültüre katkıda bulunmak için kendisini donanımlandıracak. Vatandaş metrobüste sırasını bekleyecek, 15 Temmuz'da gösterilen kardeşlik ve dayanışma hayatın her alanına yayılacak.
    Sen, ben, biz işimizi hakkıyla yapmaya gayret gösterelim de dışardan ne tezvirat yaparlarsa yapsınlar. Türkiye "işini hakkıyla yapanlar ülkesine" döndüğünde evrendeki Türkiye düşmanlarının zail olduğunu hep beraber izleyeceğiz.

Bu haber 1294 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
Samsun'da can pazarı! Heyelan sonucu kaya parçaları otomobilin üstüne düştü: Baba ve 2 çocuktan acı haber
Samsun'da can pazarı! Heyelan sonucu kaya parçaları otomobilin...
Samsun'da can pazarı! Heyelan sonucu kaya parçaları otomobilin üstüne düştü: Baba ve 2 çocuktan acı haber
Samsun'da can pazarı! Heyelan sonucu kaya parçaları otomobilin...